Bosna yüzölçümü olarak haritada küçücük görününce, her şehre
çabucak ulaşılabilir izlenimi vermişti bana. Ancak yollar eski ve hayli
dolambaçlı olduğu için, haritada kısacık görünen bir mesafe yola çıktığınızda
uzuyor. Saraybosna’dan çıkıp Mostar’a ulaşmamız yol üzerinde uğradığımız Konjic
köprüsü gibi birkaç tarihi yerden ötürü iki saati buluyor. Mostar’ın iklimi
bile farklı, sabah yola çıktığımızda üşürken, Mostar’da kemiklerimiz ısınıyor.
Görmeden önce internette yaptığım araştırmaları kafamda
toparlamaya çalışıyorum. Neretva nehrinin iki yakasını birleştiren Mostar’da
savaş öncesinde Hırvatlar nüfusun %20 sini oluştururken, savaş sonrası bu oran
%50’ye yaklaşmış. Yani Mostar Hırvat ve Boşnak nüfusunun yarı yarıya denk
geldiği bir şehir.
Boşnakça’da köprü
bekçisi, köprüyü yapan anlamlarına gelen Mostar köprüsü, şehri ikiye bölüyor.
Çoğu iki etnik gruplu şehir gibi köprünün bir tarafında Hırvatlar diğer
tarafında ise Boşnaklar yaşıyor. 1993 yılında acımasızca yıkılan köprünün
onarımında Türkiye, İtalya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin yardımı var. Üzerinde yürürken her an düşmek korkusu ile
etrafa bakamıyorum, çünkü köprünün üzerindeki taşlar cidden kaygan. Zaten
köprüyü biraz uzak mesafeden seyretmek daha hoş. Köprünün üzerinden de şehri
seyretmek bir başka tabi. Köprünün her iki ucu, tahmin edileceği gibi envai
çeşit hediyelik eşyanın satıldığı ufak tefek dükkanlarla dolu. Lavanta torbalarının
kokusu eşliğinde, Bosna’ya özgü deri çantalar, şallar, ahşap kutular, süs
eşyaları, mermiler ve tabi magnetler hemen hemen her dükkanda görülebiliyor.
Ancak ben yine dükkanlara karşı ilgisizim. Gerçekten daha önce hiç görmediğim
bir şey bulamıyorum çünkü.
Tuhaf bir keyifsizlik ve endişe sarıyor insanı burada. Doğal
olarak gözlerimin önüne yirmi yıl evveli geliyor. Televizyonda yıkılışını an be
an izlediğimiz günleri anımsıyorum, korkuyla kaçışan insanları, kurşuna
dizilenleri, cesedi sokaklarda sahipsiz kalan savaş kurbanlarını getiriyorum
gözümün önüne. Her an her şey yeniden başlayacakmış, bir kıvılcım yine bu güzel
şehri, bu güzel ülkeyi cehenneme çevirecekmiş gibi geliyor. Nitekim, köprüye
yakın bazı binalarda “War is not over!” (Savaş bitmedi)şeklindeki duvar yazılarını görmek bu
hislerimi kuvvetlendiriyor. Kimsenin kimseyi sevmeden yaşadığı bir şehir haline
gelmiş Mostar. Hüzün ve korku dolu…
Ancak güzel şeyler de var. Mostar’a her geldiğimizde yaz kış nehre atlayan gençleri seyretmek hoşuma gidiyor. Atlamadan önce izleyicilerden para toplayan gençler bazen bu atlayışı bir mizansen içinde renklendiriyor.
Bu şehir çileğiyle meşhur. Bosna’ya gelene kadar son
yıllarda lezzetli çilek yiyemediğimi hatırlıyorum. Ancak acısını burada
çıkardık sanırım, hemen her gün birbirinden leziz Mostar çileklerini alıyor,
kimi zaman sade kimi zaman da pavlaka(yoğurda benzeyen daha krema kıvamında bir süt ürünü) ile karıştırarak tüketiyoruz. Hatta
yolda giderken "şumska" dedikleri dağ çileklerine rastlayıp bir meyveyi taze taze
koparıp yemenin keyfini çıkarıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder