Öne Çıkan Yayın

BOSNA'DA YAŞAM (AVANTAJLAR / DEZAVANTAJLAR)

İnsanın yabancı ülkede yaşamasının hem avantajları hem de zorlukları var. Öncelikle farklı bir kültürü, farklı bir milleti tanımak cidden...

19 Ekim 2015 Pazartesi

KISA KISA DİKKATİMİ ÇEKENLER

* Panolara, cami ve kilise kapılarına, ağaçlara, apartman girişlerine asılan ölüm ilanları ülkeye geldiğim günden bu yana dikkatimi çekiyor. Bu ilanlara en çok yaşlılar dikkat ediyor, önünde durup üzgün bakışlarla tanıdık biri olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Şimdiye kadar yeşil ve siyah çerçeveli ölüm ilanları görmüş, isimlerden ve sembollerden yeşil çerçevenin Müslümanlar için, üzerinde haç işareti bulunan siyah çerçevenin ise Hristiyanlar için kullanıldığını düşünmüştüm, lakin daha sonra gördüğüm mavi çerçeveli ilan kafamı karıştırdı. Neyse ki öğrenmekte gecikmedim, mavi çerçeveler de dinsizlere aitmiş.

*Ne var bunda diyebilirsiniz ama şimdiye kadar hep Müslüman ülkelerde yaşadığım için hiç karşılaşmadığım Hristiyan cenaze araçları da benim için dikkat çekiciydi. Bizde her köyün bir camisi olduğu gibi, bu ülkedeki Hristiyan köylerinde de birer kilise var. Hatta her iki dinin mensuplarının bir arada yaşadıkları köylerde hem Kilise, hem de Cami bulunuyor.

* Artık fazlasıyla alışmış olsam da, belirtmeden geçemeyeceğim bir husus burek konusu. Boşnaklar bizim börek diye bildiğimiz hamur işine "pita" diyorlar. "Burek" ismi yalnızca "etli" pita için kullanılıyor. Diğer pitalar ise içine konulan malzemeye göre isim alıyor: Peynirli (Sirnica), Ispanaklı(Zeljenica), Patatesli (Krompiruša),Boş (Maslinica).

* Sebebini hala öğrenememekle birlikte belirtmeliyim ki, ülkeye geldim geleli gördüğüm kedi sayısı beşi geçmemiştir. Ancak sokak köpekleri her yerdeler. Belediyelerin bu kimsesiz köpeklere yönelik bir uygulaması da yok. Bazı ağaç diplerinde su kapları ve çöplere yakın bırakılan yemeklerden anlıyorum ki köpeklerin bakımını halk kendi üstleniyor.

* Saraybosna'nın yerlileri ülkenin diğer şehirlerinin sakinlerinden oldukça farklı. Boşnak nüfusun çoğunlukta olduğu şehirlerde (örneğin Zenica, Bihaç, Cazin, Tuzla) komşuluk ve insan ilişkileri çok daha sıcak. Bu durumu bizzat Bosnalılar dile getiriyor ama benim de aynı doğrultuda tecrübelerim oldu.  İlginçtir, Saraybosnalıların biraz kibirli ve soğuk olduğunu söyleyenlere, aslen başka bir şehirden geldiğini ve Saraybosna'da arkadaş ve komşu edinmekte çok zorlandığını belirten insanlara her geçen gün daha fazla rastlıyorum.

Neum
* Normalde bir ülkeye gittiğinizde, ülkenin turistik yeme içme mekanlarının sıradan mekanlara göre bir hayli pahalı olduğunu gözlemlersiniz. (Markette 1 lira olan suyun, cafede 3-4 lirayı bulması gibi.) Bu durum Bosna için geçerli değil. Son derece turistik bir mekan olan Başçarşı'daki restoranlar ile sıradan restoranlar arasında neredeyse hiç fiyat farkı yoktur. Üstelik alternatifiniz de çoktur. Hemen hemen her yerde rastlayabileceğiniz "Pekara"lar sayesinde 1 KM'nin çok altında bir fiyata açlığınızı bastırabilirsiniz. (Düşünün, bizdeki simite benzeyen gevreğin fiyatı yaklaşık 50 kuruş.)

* Bosna'nın denize kıyısı(yaklaşık 20 km) olan tek şehri Neum gerçekten cennetten bir parça gibi. Bu şehirle ilgili dikkatimi çeken ise nüfusunun neredeyse tamamını Hırvatların oluşturması ve para birimi olarak da Bosna para birimi "KM" yerine Hırvatistan para birimi "Kuna"nın kullanılması. Dolayısıyla şehirde bir Boşnak'a rastladıysanız kuvvetle muhtemel turist olarak gelmiştir.



1 Ekim 2015 Perşembe

BOSNA HAKKINDA NELER OKUYORUM, NELER İZLİYORUM?

Bosna, hakkında zihnimizin bir hayli dolu olduğu bir ülke. Benim gibi yaşı 30'u geçenler savaşın yaşandığı yılları çok net hatırlar. Ekranlardaki yürek burkan görüntüler, Bosna şarkıları, şiirleri, anma geceleri, Boşnak halk için yapılan dualar ve tınısı hala kulağımda olan Bosna milli marşı... İmam Hatip sıralarında arkadaşlarımızla Boşnak ilahilerini ezberlemek için yarışır, hep bir ağızdan "Ja sin sam tvoj"(Ya sin sam tvoy, Ben Senin Oğlunum) marşını haykırırdık. Savaş esnasında yaşadıklarını not alan küçük kız "Zlata'nın Günlüğü" elden ele dolaşırdı. Dolayısıyla yıllarca Bosna deyince, savaş, soykırım, kan ve gözyaşı geldi aklımıza. Aliya İzzetbegoviç'in şanlı mücadelesini okuduk, dinledik, seyrettik. Sırp ve Hırvatların tüm dünyanın gözü önünde "Türk" diye katlettiği Bosnalı kardeşlerimize sınır tanımaz bir sevgi besledik.(Hep de besleyeceğiz.) Yıllar sonra savaşın yaraları sarılırken, ekranlarda keskin bir akordeon sesi eşliğinde Başçarşı'daki "Sebil"i, özgürce uçan güvercinleri ve Türkiye'ye selam gönderen "ecdad yadigarı" Bosnalı kardeşlerimizi izledik. 

Doğal olarak bizler Bosna'yı hep aynı perspektiften tanıdık. Bosna hakkında yazılan kitaplar ve çekilen filmler/belgeseller de aynı temalar üzerinden verildi. Ben bugünün Bosna'sını ve bugünün Bosna halkını savaştan olabildiğince bağımsız tanımaya ve tanıtmaya çalışsam da savaşın izlerinden öyle kolay sıyrılamıyorum (tıpkı tüm Bosna gibi), okuduklarıma ve izlediklerime değinmeden geçemiyorum.

İslam Deklarasyonu / Aliya İzzetbegoviç

Öncelikle Aliya İzzetbegoviç'in en çok okunan ve tanınan bu muhteşem eserinin PDF formatına rahatlıkla ulaşabileceğinizi söylemeliyim ki okumayan kalmasın. Begoviç bu eserinde sadece Bosna'daki Müslümanlar için değil, tüm Müslümanlar için çok önemli, can alıcı tespitler yapmış. Birkaç cümle veya birkaç paragrafla tanıtılacak, özetlenecek gibi değil. Bu eser sadece onun ciddi bir entelektüel ve alim olarak ülkesi adına verdiği mücadeleyi ve fikri yapısını anlamak için değil, Müslümanların bugününe ışık tutacak fikirlere ulaşmak için de mutlaka okunmalı. (Ben yıllar evvel okumama rağmen, buraya geldiğimde hakkını veremediğim noktaları daha iyi sindirebilmek için bir kez daha okudum.)


Köle Olmayacağız / Aliya İzzetbegoviç

Bosna'yı anlamak, tanımak, savaşın detaylarını öğrenmek ve Aliya'nın bu savaşta ne denli mühim bir rol oynadığını bilmek isteyen bir insan için büyük liderin 1990-1995 yılları arasındaki konuşmalarını içeren bu derleme kitabı okumamak büyük bir eksiklik olurdu. Hemen her sayfada altı çizilecek satılar bulduğum ve üzerinde dakikalarca düşündüğüm bu konuşmalar sayesinde Aliya'nın "Bilge Kral" unvanını sonuna kadar hak ettiğini bir kez daha anladım.
"Bizim konseptimiz, her zaman hem camiden ezan hem de kiliseden çan sesinin duyulacağı, medeni hayat konseptidir."
"Dışarıdan gelen özgürlük yoktur. Hiç kimse hiçbir zaman kimseye özgürlüğünü hediye etmemiştir. Her halk kendi özgürlüğünü kazanmak zorundadır."
"Başımızı eğecek miyiz yoksa başımız dik olarak mı kalacağız, köle mi özgür insan mı olacağız? Konuşmama çok sevdiğim şairin sözleriyle son vermek isterim:
"Büyük Allah adına yemin ederiz ki köle olmayacağız!"

İslami Yeniden Doğuşun Sorunları /Aliya İzzetbegoviç

Yeni baskısının editörlüğünü üstlendiğim bu eseri farklı iki biçimde okuyabildiğim için şanslıyım.Böylesi önemli bir eser, bir kere okunup rafa kaldırılacak cinsten değil zira.
Bilge Kral "Müslümanlar neden geri kaldı?" sorusunu büyük bir titizlikle tarihi verileri analiz ederek cevaplayarak başlıyor esere. Vahyi ve Allah Resulü'nün mesajlarını anlamaya yönelik çağrıları ve tespitleri günümüz problemlerine ışık tutmaya devam ediyor. Kur'an'ı nasıl okumamız gerektiğinden, Müslüman bireylerin nasıl yetiştirileceğine kadar çok sayıda kronik soruna ustalıkla değiniyor ve somut çözümler sunuyor.
Aliya'nın beni en çok etkileyen yönlerinden biri Müslüman kadına ve aileye bakış açısı. Özellikle çalışan anne ve çocuk ile ilgili tespitine yer vermek istiyorum:
"Çalışan kadın iş ile çocuğu bir arada, hiç kimse zarar görmeden yürütemez. Fakat galiba çocukların zararı en fazladır. Çünkü onlar sevgi için değil, para için çalışan kimselere emanet edilmişlerdir. Çocuk sadece kendi ebeveyni için ve kendi evinde bir şahsiyettir. Kreşte çoğu zaman, mürebbiye-memur için sadece eşyalar arasında bir şeydir. Kreşler ana okulları ve yurtlar çok az terbiye eder ve yetiştirir. Bu kurumlar çocukların duygusal tarafını geliştirmez, bakımsız bırakarak onları sadece gözetir ve korur."

Bosna Yazıları / Editör: Ertuğrul Günay

1995 yılının Ağustos ayında "Bosna için İnsanlık Girişimi" isimli bir kampanya ile kendi imkanlarını kullanarak Bosna yolculuğuna çıkan bir grup aydının yaşadıklarını kaleme aldığı bir edisyon çalışması bu kitap.  Grubun öncülüğünü yapan Ertuğrul Günay aynı zamanda kitabın editörü. Kitapta tam o yıllarda yaşananların resmedildiği belge niteliğinde yazılar bulabiliyorsunuz. Tüm aydınlar, duygularını ve gördüklerini tam anlamıyla aktaramamanın rahatsızlığı içinde olsalar da, yoğun hisleri anlamak okuyucu için çok güç değil. Savaşın acılarıyla birlikte, Bosna’nın bir ülke olarak onlarda bıraktığı izlenimleri okumak da insana çok şey katıyor. Ayrıca bu "İnsanlık Girişimi"nin Türk basınında nasıl yankı bulduğuna dair çeşitli köşe yazarlarının görüşlerine de yer verilmiş.

Bosna’nın Hazineleri /Hacer Öztürk

Hacer Öztürk’e ait olan bu çalışma, yaşanmış hadiselerden ilham alınarak kaleme alınan 14 kısa hikayeden oluşuyor. Bogomil dininden olan Bosnalıların İslamı seçmelerine vesile olan "Ayvaz Dedo" ve tek başına Viyana çarına kafa tutan bir Boşnak'ın onurlu hikayesi "İnat Kuča" gibi hikayeler dışındaki tüm diğer hikayeler bir hayli hüzünlü. Savaş döneminde yaşanılan birbirinden acı hadiseleri yazar içtenlikle anlatmış.

Sevdalinka /Ayşe Kulin

Uzun yıllar evvel okuduğum bir kitaptı Sevdalinka. Ayşe Kulin usta üslubuyla bir hayli hüzünlü bir öyküyü işlemişti. Savaşta masum bir halka yaşatılan zulüm ve barbarlıkları tüm çıplaklığıyla tasvir etmekten çekinmediği için, kitabı okurken korku, utanç ve nefret duygularının harekete geçmemesinin imkansız olduğu hatırlıyorum.Defterimdeki notlara bakıyorum ve birini paylaşmak istiyorum:
"Dünya buna izin vermez. Koca dünya gözlerini bir soykırıma daha kapatmaz. Hiç kimse aldırmasa, bu yollardan geçmiş Yahudiler var, onlar izin vermez..."

Drina Köprüsü / İvo Andriç

Bakmayın siz Drina Köprüsü ismine, Sokollu Mehmet Paşa'nın Višegrad'da yaptırdığı köprü aslında aynı isimle yani "Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü" olarak anılıyor.  Yine uzun zaman önce okuduğum kitaplardan biri olan İvo Andriç'in bu meşhur eseri, MEB'in belirlediği 100 Temel Eser arasında. Bu kitap Osmanlı yönetiminin ülkeden çekilip, Avusturya yönetiminin gelişini anlatması nedeniyle o dönemi tahlil etmek açısından önemlidir. Osmanlı dönemine ait olumsuzlukların abartılması, Avusturya dönemindeki olumsuzlukların ise geçiştirilmesi eserin 1961 yılında neden Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldüğünü açıklıyor sanırım.

Derviş ve Ölüm /Mehmet (Meša) Selimoviç

Haksız yere öldürülen kardeşinin başından geçenleri anlatan bir Mevlevi şeyhinin hikayesidir bu kitap. Bundan yaklaşık altı yıl evvel defterime bu kitaptan sayfalar dolusu notlar almış ve kitabın bazı bölümlerini iki kez okumuştum. Romanda adalet, dostluk, kardeşlik,intikam, suç ve ceza gibi kavramlara dair çok şey bulduğumu hatırlıyorum. Hatta kısa bir alıntımı buraya da not düşeyim:
"Öldükten sonra da eşitliklerini koruyabilsinler diye eskiden Müslümanlar müşterek mezarlara gömülürlermiş. Hayatta eşit olmamaya başladıktan sonra, mezarlarını da ayırmaya başlamışlar."

Srebrenica is a Falling Star / Melika Salihbeg Bosnawi

Yazarın kendisiyle bizzat tanıştıktan sonra okuduğum bu küçük kitap, birbirinden duygusal şiirlerden ve şiirlere eşlik eden anlamlı illüstrasyonlardan oluşuyor. Okurken gözyaşlarınızı tutmak mümkün değil.  Beni en çok etkileyen kısımda şair, Tanrının belki de Srebrenica'da ölenleri bizler gibi topraktan değil de yıldız tozlarından yarattığı ve bunun için o insanların toprağa değil, yıldızlara geri döndüğünü harika bir üslup ile anlatıyor. Srebrenica'nın "gümüş" anlamına geldiğini de bu kitaptan öğreniyorum. Kitabın dili İngilizce. Şiirlerin bir kısmının tadına bakmak isteyenler için http://www.bosnawi.ba/en/poetry/130-srebrenica-is-a-falling-star

İncir Kuşları / Sinan Akyüz

Kitabı okurken ister istemez Ayşe Kulin'in Sevdalinka'sı ile kıyasladım. Üslup açısından bana hitap etmemesine rağmen, anlatılan temsili olayların yaşandığı yerlerde aylardır yaşıyor olmam ve ülkenin kültürünü her geçen gün daha iyi sindirmem kitabın bende çok farklı izler oluşturmasına sebep oldu. Başlangıçta romanın kahramanı olan gençler arasında yaşanan aşk tasvirinden sıkıldım, hatta biraz yapay buldum. Ancak ilerledikçe adeta belgesel havası sunan olaylardan ve ifadelerden, daha önce başka yerlerde karşılaşmadığım bazı detayları öğrendim. Yazarın üslubunu bir yana bırakırsam, esere verdiği emek ve yaptığı araştırmaların derinliği takdire şayan diyebilirim. Bilhassa Bosna Savaşı hakkında pek fikri olmayan gençlere tavsiye ediyorum.


İzlediğim filmlere gelince;
İlginçtir ama Bosna'ya ait filmleri Bosna’ya geldikten sonra izledim. Tıpkı kitaplar gibi filmler de, söz konusu olayların geçtiği yerleri gören ve hatta yaşayan insanda çok daha farklı izler bırakıyormuş. Filmde gördüğüm her bir mekan, her bir Boşnakça kelime ve Boşnak kültürüne ait her bir öge tanıdık geldikçe anlam da derinleşiyormuş. 

In the Land of Honey and Blood /Angelina Jolie 

Hakkında yazılanları okumaksızın, Angelina Jolie için ön yargılarınızı (şayet varsa) bir kenara bırakarak bu filmi izlemenizi öneririm. Sinematik açıdan film değerlendirecek bilgi düzeyim yok ancak objektiflik noktasında filme yüksek puan verebilirim. Zulüm gören ve haksızlığa uğrayan tarafın Boşnak halk olduğunu yansıtması açısından film gözümde kıymet kazanıyor. Bir Boşnak genç kız ile Sırp komutanın aşkı üzerinden verilen hikayede gerçek dışı çok az öğe gördüm. Tecavüzler, işkenceler, toplu katliamlar ve askerlerin ruh hali belli oranlarda verilmeye çalışılmış. En azından Bosna'da olup bitenler hakkında hiçbir fikri olmayan dünya insanları için bu film doğru bir örnek diye düşünüyorum. 


Welcome to Sarajevo

Filmde gerçek görüntüler kullanıldığı için, bu yapımın daha çok belgesel niteliğinde olduğu söylenebilir. Hikaye hayatı kurtarılmaya çalışılan bir Boşnak çocuk üzerinden verilmiş, bu şekilde savaşın en çok çocukları yaraladığı anlatılmış. Tıpkı Jolie'nin filmi gibi bu film de dünyaya yaşananları doğru bir şekilde gösterme noktasında çok iyi ve dürüst bir iş çıkarmış. Kesinlikle izlemeye değer bir film.

Savršeni krug (Kusursuz Çember)

Eşini ve kızını yurt dışına gönderen alkolik bir şairin(Hamza) evine tüm yakınlarını kaybeden iki çocuğun (Adis ve Kerim) sığınmasıyla başlar öykü. Sniperlardan bombalardan kaçarak yaşam mücadelesi veren üç kişinin korkularının ve duygularının anlatıldığı film savaş bittikten çok kısa bir süre sonra çekilmiş. Politik öğeler yerine, savaşın vurduğu insanları, geride kalan insanların çaresizliğini ve ülkede hayatın durduğunu resmetmeye çalışmış Ademir Kenović. Saraybosna'da geçen üç ayın sonunda, filmde gördüğüm yerlerin tanıdık gelmesinin ve Boşnakça'ya kulaklarımın alışmasının bende çok daha farklı etkiler bıraktığını söylemeliyim.

Aida Begiç

Snijeg (Kar)

Ünlü yönetmen Aida Begić'in yönetmenliği yaptığı film, savaş sonrasında tüm erkeklerin öldürüldüğü bir köyde yalnız kalan ve hayata tutunmaya çalışan kadınların hayatını konu almış. Ne kadar acıdır ki, erkeklerinin ölü bedenleri görmemiş olmaları, onların hayatta olma ihtimallerini kadınların zihinlerinden hiç silmemiş. Gerçekten Begić, savaş sonrası seçilebilecek en güzel temalardan birini seçip, izleyiciye duyguları yoğun bir şekilde yansıtmış.Son derece yalın, naif ve izlenesi bir film.