Öne Çıkan Yayın

BOSNA'DA YAŞAM (AVANTAJLAR / DEZAVANTAJLAR)

İnsanın yabancı ülkede yaşamasının hem avantajları hem de zorlukları var. Öncelikle farklı bir kültürü, farklı bir milleti tanımak cidden...

23 Haziran 2015 Salı

MELİKA SALİHBEG


Bugün 10 Mayıs 2015… Kendisiyle tanışmaktan çok mutlu olduğum için benim açımdan önemli bir gün olduğu kadar Melika hanım için de önemli bugün. Melike Hanım annesini yıllar önce tam da bugünde kaybetmiş, ancak bugün onun da doğum günü olmuş, kendisini bulmuş. Türkiye’deki bir arkadaş vasıtasıyla tanıdığım ve telefonuna ulaştığım Melika hanımla dün gece viberden yazıştık ve bir sonraki gün için buluşacağımız saati ve yeri kararlaştırdık. 70 yaşında olmasına rağmen websitesini her gün güncelleyen kadının viber kullanmasına şaşırmamalıydım. Uykum gelene kadar websitesinden şiirlerini, düzyazı şiirlerini, hayatını, kendisiyle yapılan röportajları okudum.

Ertesi gün bana verdiği saatte Başçarşıdaki katedralin önüne geldiğimde siyah örtüsü ve siyah elbisesi içinde sanki daha 40lı yaşlarda bir hanım gibi göründü gözüme. O beni tanımadığından uzaktan elimi kaldırıp gülümseyerek yürüdüm kendisine. Beni görünce Maşallah diyerek en içten gülümsemesi ile baktı yüzüme. Sıkıca sarıldık ve hemen nerede oturacağımıza karar vermeye çalıştık. Evinin çok yakın olduğunu söyleyince, bu değerli hanımın evini görmeyi çok istedim. Yazdığı kitaplara dokunmak, ilham aldığı evin havasını solumak benim için önemliydi. Yaşına rağmen bu kadar dinç görünmesini anlamaya çalıştım. Yapacak çok işi vardı, heyecanı, enerjisi bir genç kızda yoktu sanki.

Tarihi bir sokakta bulunan evi, en az sokak kadar tarih kokuyor. Birbirinden güzel çiçekleri, eski ama otantik eşyalar ve duvarlarda boş yer bırakmayacak kadar çok kitap ile bu ev beni büyülüyor. Evin en aydınlık kısmındaki laptop ve çalışma masası o güzel şiirlerin ve yazıların harflere büründüğü köşe. Bu koca evi mutlaka bir yardımcı temizliyordur diye düşünüyorum hemen itiraz ediyor, her işi kendi başına yaptığını ve bundan memnuniyet duyduğunu belirtiyor. Sohbetimize geçmeden önce, Melike hanım hakkında Boşnakça ve İngilizce olarak hazırladığı kendi websitesindeki bilgileri paylaşmak istiyorum:

Melike hanım 1945 doğumlu. Saraybosna’da lise eğitimi tamamladıktan sonra Zagrep Üniveristesinde Siyasi İlimleri bitirmiş. Daha sonra Saraybosna’ya gelerek Çağdaş Felsefe alanında masterını tamamlamış. Nannter üniversitesinden kazandığı burs ile Paris’te bir yıl Modern Sanat’ın Ontolojisi teziyle çalışmasını noktalamış. Saraybosna’ya tekrar döndüğünde siyasi nedenlerle çalışmalarına devam edememiş. Hatta geç kaldığını düşündüğü Arapça ve Farsça eğitimi de aynı nedenle engellenmiş. Bosna Kültürel ve eğitim organizasyonundaki işine de aynı siyasi sebepten son verilmiş. Peki bu siyasi sebep neydi? Melike hanım inancı gereği örtündüğü için elindeki tüm imkanlar mahrum edilmişti. Kitap çalışmalarına, yazılarına kısaca entelektüel hayatına da sekte vurulmuştu. 

Melika hanım Aliya İzzetbegoviç ile birlikte 1983’teyargılanan 12 isim arasındaydı. O tarihte henüz 12 yaşında olan oğlunun gözü önünde apar topar evinden çıkarılmış, tam beş yıl hapis yatmıştı. Hapiste geçen yılların son dönemlerinde yaptığı açlık grevi olmasa demir parmaklıklar arkasında can verecekken, rejim onu zaten öldüğünü kabul ederek bırakmıştı. Melike hanım o dönemi anlatırken, oğlunun hala kendisini toparlayamadığını, o günleri capcanlı hatırladığını hüzünle ekliyor.

Gelelim Melike hanımın Türkiye ile bağlantısına. Melike hanımı savaş döneminde Türkiye’deki tanınmış isimlerden biri ülkemize getirmiş hatta onu çok sayıda isimle de tanıştırmış. Kendisiyle tanışan çoğu insan fikirlerine, şahsiyetine ve yaptıklarına hayranlık duyarken, Şii olduğunu öğrendikleri an onunla irtibatı kesmişler. Onu Türkiye’ye getiren zat evinden dahi kovmuş. Bu durumda akıl ve vicdan sahibi bir aile kendisine sahip çıkmış, tıpkı ailelerinin bir üyesi gibi muamele edip sevmişler. Nitekim ben de kendisine bu aile vasıtasıyla ulaştım.

Melike hanım, Bosna’da da benzer sorunla mücadele ediyor. Şii olması hasebiyle, komünist rejime karşı verdiği mücadeleyi görmezden gelenlerin yanı sıra, Şiilik ile uzaktan yakından alakası olmayan şiir kitapları da yayınevleri ve kitapçılar tarafından ilgi görmüyor. Zaten bu nedenle çoğu eserini İngilizceye bizzat çevirerek aynı kitap içinde hem İngilizce hem Boşnakça yayınlıyor.

İnsanların Şii olduğunu bilmeden önce fikirlerinden etkilenmesi, kendisiyle konuşmaktan mutlu olmasının Şii olduğunu öğrendikleri anda değişmesine bir anlam veremediği gibi, sanırım bundan artık yorulmuş. O yüzden evine girer girmez Humeyni’nin resmini gösterip, Şii olduğunu ve eğer bu benim için bir problem olacaksa, hemen gidebileceğimi söylüyor. Hüzünleniyorum. Dinsize yapmadığımız muameleyi din kardeşlerimize layık görebildiğimiz için… Şia sempatizanı değilim ve hatta hiçbir zaman Şia’ya kendimi yakın hissetmedim. Dinle alakası olmayan bir Sünni ile arkadaşlık yapıp, alnı beş vakit secdeye varan bir Şiiden kaçmanın manasını kendime izah edemiyorum.

Tam üç buçuk saat kalıyorum Melike hanımın yanında ilk görüşmemizde. Sohbetine, hayat hikayesine, fikirlerine doyamıyorum. Geçimini sağladığı kitaplarından satın almak istediğimi söylediğimde canı sıkılıyor. Israrla çok pahalı olduğunu söylüyor. Yine de almak istediğimi ve okumayı çok sevdiğimi söylüyor, ikna etmeye çalışıyorum kendisini.  Yayınevleri basmaya yanaşmadığından, az sayıda bastırabiliyor ve bu nedenle bir kitabın maliyeti hayli yüksek oluyor. Sıradan bir kitabın yaklaşık üç katı fiyatında olan kitapları için indirim yapmaya çalışıyor, kabul etmiyorum. Dışarıda bir öğünlük yemek parası olduğunu söylediğimde, gerçek bir okuyucu bulduğunu düşünerek seviniyor. Elbette imzalatıyorum. Kalkmama yakın paranın bir kısmını vermeye çalışıyor, utandığını söylüyor ancak sonuna kadar helal ettiğimi, emeğinin karşılığının çok daha fazlası olduğuna inandığımı söylüyorum.


Defalarca sarılarak ayrılıyorum. Tekrar geleceğimi biliyorum…

* Bu yazı www.on5yirmi5.com sitesinde "Unutulmuş Bir Devrimci : Melike Salihbeg" ismiyle yayınlandı. Ancak sonrasında Melika Hanımdan biraz sitem işittim. Kendisi hiçbir zaman bir devrimci olarak anılmak istemediğini, bir Müslümanın "Lailahe illallah" diyerek zaten bir devrim yaptığını, İslam dünyasının devrimciden çok düşünürlere, filozoflara ihtiyacı olduğunu belirtti. Dolayısıyla ben onun için bundan sonra "Unutulmuş Bir Arif" demeliyim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder