Bosna’nın hemen her şehri karnını dışarıda doyurmak
isteyenler için insanı şımartacak kadar uygun seçenekler sunuyor. Şeytan sık
sık, "o denli uygun fiyata ve muazzam lezzetlere kolayca ulaşırken neden evde yemek
pişirmekle vakit kaybedesin ki?" demiyor desem yalan olur. Market alışverişini
halkın gelir düzeyine oranla pahalı bulurken, dışarıda yeme içmenin gerçekten makul
olduğunu gördüm. Bosna halkı için makul olan Türkiye’den gelen turist ve
yerleşimciler için ciddi anlamda ucuz oluyor. İstanbul’da aynı kıstasları
dikkate alarak girdiğiniz bir restoranda 30 liraya karnınızı doyuruyorsanız,
Saraybosna’da 15 liraya, diğer şehirlerin turistik bölgelerinde bu rakamı 10
liraya kadar düşürebiliyorsunuz. Et ülkede ucuz olduğu için, bu ucuzluk
fiyatlara da yansıyor. Türkiye’de kilosunu 50 tlye aldığınız ete burada sadece
20 tlye ulaşabiliyorsunuz. Hayvanları daha genç yaşta kesmeleri, hayvanların
ülkenin sınırsız yeşil çayırlarından, otlarından besleniyor oluşu eti çok daha
yumuşak ve lezzetli yapıyor. Aynı durum hayvanın sütüne ve süt ürünlerine, yani
tereyağı ve yoğurda da yansıyor. Marketten aldığınız ayran o kadar doğal ki, iki gün sonra
dolapta ekşiyor.
Yemek değil de dostlarla oturup bir şeyler içmek istiyorum
diyorsanız, kahve burada ulaşabileceğiniz en ucuz içecek. Bizim Türk kahvemizden çok daha yumuşak
olmakla beraber, daha az oranda kafein içeren bu kahveden bir Boşnak günde ortalama
5-6 fincan tüketebiliyor.
Yemeklerin lezzetine ve fiyatların ulaşılabilirliğine
karşın, kendi vatanımızda görmeye alıştığımız güler yüzlü hizmeti burada
göremiyoruz. Cem Yılmaz’ın misalinde olduğu gibi, masaya gelip, “Ne verim
abime?” diye soran, her üç beş dakikada bir masayı yoklayan, uzaktan takip edip
boşalan bardağı tabağı önünüzden alan, sıklıkla istediğiniz bir şey olup
olmadığını soran garsonları mumla alıyorsunuz. Mekana girip oturduktan bir süre
sonra gelen garson, çatal kaşık getirmeden salatayı bırakıp kaçabiliyor. Kalan
ürünler de geldikten sonra garsonu görebilene aşk olsun! Hatta bazı mekanlarda
garsonları o kadar asık suratlı ki, biz rahatsızlık verdik galiba" deyip,
kalkmayı bile düşünebiliyorsunuz. Ama yemekler o kadar lezzetli ki, hemen bu düşünceden vazgeçiyoruz.
Felipe Fernandez
Armesto’nun insanoğlunun yemek yeme alışkanlıkları ve yemeğin insan
hayatındaki yeri üzerine yaptığı araştırmaları, inanılmaz bilgilendirici ve
keyifli yazılarını bir kez daha okuyor ve tazeliyorum. Armesto’ya göre bir aile çocuğunun topluma karşı sorumluluk sahibi bir
birey olmasını istiyorsa, yemekleri ailece yemeli ve çocuğu muhakkak sofraya
oturtmalı. Çocuğun ailesiyle olan bağı bu yolla gelişir, aksi durumda ise
ailesinden kopabilen bir çocuğun ileride partnerinden, ülkesinden, yaşadığı
toplumdan da kolayca vazgeçebilir, ihanet edebilir. Modern çağın insanları
olarak hep bir şeyler yaparken karnımızı doyurma işini de aceleyle aradan
çıkarmaya çabalıyor olmamızın sosyal ve ruhsal etkilerini aklıma bile
getirmemiştim doğrusu. Armesto’yu okuduktan sonra ailecek sofraya oturmaya özen
göstermeye başladığımı itiraf ediyorum. Bu bağlamda Bosna halkının da dışarıda
ailece oturup yemek yemesi onları bir arada tutan, aile bağlarını
kuvvetlendiren etkenlerden biri olmalı. Unutmadan, yazar yemekteki sihrin onun
hazırlanması için verilen emekte gizli olduğunu da dile getiriyor. Kolayca
hazırlanan ve birkaç saat içinde yeniden acıktıran fast food karşısında Boşnak
böreğinin dimdik durması da sanırım hazırlanmasındaki zahmet sihrinden
kaynaklanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder