Öne Çıkan Yayın

BOSNA'DA YAŞAM (AVANTAJLAR / DEZAVANTAJLAR)

İnsanın yabancı ülkede yaşamasının hem avantajları hem de zorlukları var. Öncelikle farklı bir kültürü, farklı bir milleti tanımak cidden...

23 Haziran 2015 Salı

DIŞARIDA YEME-İÇME


Bosna’nın hemen her şehri karnını dışarıda doyurmak isteyenler için insanı şımartacak kadar uygun seçenekler sunuyor. Şeytan sık sık, "o denli uygun fiyata ve muazzam lezzetlere kolayca ulaşırken neden evde yemek pişirmekle vakit kaybedesin ki?" demiyor desem yalan olur. Market alışverişini halkın gelir düzeyine oranla pahalı bulurken, dışarıda yeme içmenin gerçekten makul olduğunu gördüm. Bosna halkı için makul olan Türkiye’den gelen turist ve yerleşimciler için ciddi anlamda ucuz oluyor. İstanbul’da aynı kıstasları dikkate alarak girdiğiniz bir restoranda 30 liraya karnınızı doyuruyorsanız, Saraybosna’da 15 liraya, diğer şehirlerin turistik bölgelerinde bu rakamı 10 liraya kadar düşürebiliyorsunuz. Et ülkede ucuz olduğu için, bu ucuzluk fiyatlara da yansıyor. Türkiye’de kilosunu 50 tlye aldığınız ete burada sadece 20 tlye ulaşabiliyorsunuz. Hayvanları daha genç yaşta kesmeleri, hayvanların ülkenin sınırsız yeşil çayırlarından, otlarından besleniyor oluşu eti çok daha yumuşak ve lezzetli yapıyor. Aynı durum hayvanın sütüne ve süt ürünlerine, yani tereyağı ve yoğurda da yansıyor. Marketten aldığınız ayran o kadar doğal ki, iki gün sonra dolapta ekşiyor.

Yemek değil de dostlarla oturup bir şeyler içmek istiyorum diyorsanız, kahve burada ulaşabileceğiniz en ucuz içecek.  Bizim Türk kahvemizden çok daha yumuşak olmakla beraber, daha az oranda kafein içeren bu kahveden bir Boşnak günde ortalama 5-6 fincan tüketebiliyor.

Yemeklerin lezzetine ve fiyatların ulaşılabilirliğine karşın, kendi vatanımızda görmeye alıştığımız güler yüzlü hizmeti burada göremiyoruz. Cem Yılmaz’ın misalinde olduğu gibi, masaya gelip, “Ne verim abime?” diye soran, her üç beş dakikada bir masayı yoklayan, uzaktan takip edip boşalan bardağı tabağı önünüzden alan, sıklıkla istediğiniz bir şey olup olmadığını soran garsonları mumla alıyorsunuz. Mekana girip oturduktan bir süre sonra gelen garson, çatal kaşık getirmeden salatayı bırakıp kaçabiliyor. Kalan ürünler de geldikten sonra garsonu görebilene aşk olsun! Hatta bazı mekanlarda garsonları o kadar asık suratlı ki, biz rahatsızlık verdik galiba" deyip, kalkmayı bile düşünebiliyorsunuz. Ama yemekler o kadar lezzetli ki, hemen bu düşünceden vazgeçiyoruz.

Felipe Fernandez Armesto’nun insanoğlunun yemek yeme alışkanlıkları ve yemeğin insan hayatındaki yeri üzerine yaptığı araştırmaları, inanılmaz bilgilendirici ve keyifli yazılarını bir kez daha okuyor ve tazeliyorum. Armesto’ya göre bir aile çocuğunun topluma karşı sorumluluk sahibi bir birey olmasını istiyorsa, yemekleri ailece yemeli ve çocuğu muhakkak sofraya oturtmalı. Çocuğun ailesiyle olan bağı bu yolla gelişir, aksi durumda ise ailesinden kopabilen bir çocuğun ileride partnerinden, ülkesinden, yaşadığı toplumdan da kolayca vazgeçebilir, ihanet edebilir. Modern çağın insanları olarak hep bir şeyler yaparken karnımızı doyurma işini de aceleyle aradan çıkarmaya çabalıyor olmamızın sosyal ve ruhsal etkilerini aklıma bile getirmemiştim doğrusu. Armesto’yu okuduktan sonra ailecek sofraya oturmaya özen göstermeye başladığımı itiraf ediyorum. Bu bağlamda Bosna halkının da dışarıda ailece oturup yemek yemesi onları bir arada tutan, aile bağlarını kuvvetlendiren etkenlerden biri olmalı. Unutmadan, yazar yemekteki sihrin onun hazırlanması için verilen emekte gizli olduğunu da dile getiriyor. Kolayca hazırlanan ve birkaç saat içinde yeniden acıktıran fast food karşısında Boşnak böreğinin dimdik durması da sanırım hazırlanmasındaki zahmet sihrinden kaynaklanıyor.

http://www.kitchensisters.org/2014/08/07/a-conversation-with-felipe-fernandez-armesto/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder