Öne Çıkan Yayın

BOSNA'DA YAŞAM (AVANTAJLAR / DEZAVANTAJLAR)

İnsanın yabancı ülkede yaşamasının hem avantajları hem de zorlukları var. Öncelikle farklı bir kültürü, farklı bir milleti tanımak cidden...

14 Aralık 2015 Pazartesi

BOSNA'DA YAŞAYANLARDAN BEKLENENLER

Neresi olursa olsun, bir gün yurt dışında yaşamak benim çocukluk hayalimdi. Ülkemi ve ülkemin insanları sevmediğim için değil, daha yüksek standartlara kavuşmak için de değil, farklı bir kültürü bizzat yerinde deneyimleyebilmek, hayata farklı perspektiflerden bakabilmek, yabancı dil öğrenebilmek ve günün birinde ülkeme donanımlı bir insan olarak dönebilmek için.

Peki kendimden beklediklerimi / hayalini kurduklarımı bu ülkede, Bosna'da ne kadar gerçekleştirebiliyorum? Bilhassa şu günlerde "Yanıldım mı, çok mu hayalperest davrandım, kendime haddinden fazla görev mi yükledim?" diye sorup duruyorum. Öncelikle hayata farklı açılardan bakabilme noktasında sürekli bir devinim içinde olduğumu düşünüyorum, bu konuda yanılmadım. Durmadan gözlemliyor ve benim için yeni olan her şeyi itina ile anlamaya, öğrenmeye  ve zihnime not etmeye çalışıyorum. Ülkeye, ülkenin kültürüne ve insanlarına uyum sağlamak gibi bir çabam da var. Hani yurt dışında küçük Türkiye yaratıp, orada yaşamaya devam edenlerden, tek bir kelime dil öğrenmemeye yemin edenlerden, gittiği ülkenin insanlarıyla hiç iletişim kurmayanlardan değilim. Değilim ama sanırım öyle davrananları da anlamaya başladım, zira aksini yapmak isteyenlerin bu kadar zorlanacağını hiç tahmin etmezdim. 

Daha önce İngilizceyi üniversitede, İspanyolcayı ise resmen kendi kendime öğrenmiş (ve artık unutmuş) biri olarak Boşnakçayı Bosna topraklarında çok kısa süre içinde öğrenebileceğimi düşünerek kendime çok çok haksızlık etmişim. Öyle ki, altı ayda temel bir çok ifadeyi gayet rahat anlayıp, doğal ve seri bir şekilde kullanabileceğimi, bir yıla ulaşmadan da beş-altı bin kadar kelime bilgisine ulaşabileceğimi farz etmiştim. İnsan kendinden bunu beklerse, başkaları ne beklemez ki? Ülkeye geldikten üç ay sonra "Boşnakçayı epey öğrendin mi?" diye soranlara kızmaya hakkım yok sanırım. Sekiz ayı devirdiğime göre bu soruyu sormayan kalmayacak. Şimdi gelelim neden umduğumdan çok daha yavaş öğrendiğime ve öğrendiklerimi de hızlıca unuttuğuma. Birincisi, muhatap olduğum insanların hemen hemen hepsi İngilizce biliyor ve maksat anlaşmak olunca doğal olarak İngilizce konuşuyoruz. "O halde sen de İngilizce bilmeyen birilerini bul" diyeceksiniz, işte ikinci önemli nokta da bu. Saraybosna halkı yabancılarla ilişki kurma noktasında son derece mesafeli ve soğuk. Defalarca davet ettiğim komşular, İbrahim'in yuvasındaki veliler ve bir şekilde tanıştığım diğer insanlar davetlerime icabet etmedikleri gibi, görüşmeye de yanaşmadılar. Hem faal olmak hem de sosyalleşmek umuduyla gittiğim Nahla'da da payıma Boşnak öğrencilere pratik İngilizce dersleri vermek düşünce, gün içinde çarşı pazar dışında Boşnakça kullanabileceğim hiçbir yer kalmadı. İnanın bir ülkede öğrenci veya çalışan değilseniz, çevre edinmek hiç de kolay olmuyor. Üçüncü zorluk da internette Boşnakça (veya Hırvatça, Sırpça, Karadağca(Montenegron) diyelim) kaynak bulmanın zorluğu ve ülkenin TV kanallarındaki Boşnakça program yetersizliği. Rusça, Arapça, Fransızca gibi popüler dillerde sayısız yazılı ve görsel kaynak bulunurken, Boşnakça'da en temel dil bilgisi konuları için bile kaynak bulmakta zorlanıyorum. Dil ancak maruz kalındıkça öğrenilir, ne yazık ki ben, elimden geleni yapmama rağmen bu dile maruz kalıp, mecburen kullanamıyorum. Uzun lafın kısası, bir yılda geleceğimi düşündüğüm seviye için kendime en az üç yıl veriyorum. Bu nedenle lütfen bu ülkede üç beş yıl yaşamasına rağmen iyi derecede dil öğrenemeyen insanlara "aptal veya tembel" gözüyle bakmayınız!!! Diğer faktörleri de göz önüne alınız!!!

İnsanların yurt dışında yaşayan kişilere yönelik beklentileri de benim gibi takıntılı insanlar için büyük bir sorun. Gidilen ülkenin tarihinin, siyasetinin ve önemli kişiliklerinin hayatlarının ülke sınırlarından içeri girilir girilmez, orada yaşayacak olan şahsın beynine kusursuzca yüklendiğine dair bir algı olduğunu düşünüyorum.  Söz konusu ülke Bosna olduğunda, insanlar Alija İzzetbegoviç gibi önemli bir şahsiyetle ilgili sorular sorup cevaplar almak istiyorlar. İnanın Türkiye'de ne okuduysam, ne izlediysem onu biliyorum, Bosna'ya girer girmez zihnim farklı bilgilerle dolmadı. Her tür bilgi bir tık ötemizdeyken ve İzzetbegoviç'le ilgili çok şey yazılıp çizilmişken, yine de ve ısrarla Bosna'da yaşayan Türklerden "Alija İzzetbegoviç" uzmanlığının beklenmesi ve yeni şeyler duyulmak istenmesi biraz fazla değil mi? Sanırım, merhumun tüm yakınlarının her tür röportaja ve söyleşiye hazır vaziyette biz Türkleri beklediği, biz Türklerin de üç beş ay içinde bu kıymetli insanlarla siyasi konuları konuşacak seviyede ileri bir Boşnakça öğrenebildiği düşünülüyor. Hayır, yanılıyorsunuz, lütfen bir kez daha ve mantıklı bir şekilde düşününüz, bizleri de "hiç gayret etmeden, kendisine bir şey katmadan, Bosna'ya dair hiçbir şey öğrenmeden öylesine yaşayan insanlar" pozisyonuna düşürmeyiniz!!! Boşnakların durmadan savaş anılarından bahsettiklerini, hatta su yüzüne çıkmamış acıları gelip bize anlattıklarını da düşünerek bize haksızlık etmeyiniz!!!

Türkiye'de yaşayan çoğu eğitimli insan dahi Türkiye'nin tarihine, siyasetine ve yetiştirdiği şahsiyetlere dair pek az malumata sahip iken, içinde bulundukları koşulları bilmeksizin yurt dışında yaşayan Türklerin sırtına gerçekçi olmayan beklentiler yüklemek adil olabilir mi? 

26 Kasım 2015 Perşembe

Bosnalı kadınların ilham kaynağı: NAHLA

15. yıl kutlaması vesilesiyle düzenlenen bir program sayesinde tanıştım NAHLA ile. Elime geçen broşürü inceledikçe Bosna gibi bir ülkede böylesi bir kurumun ne kadar büyük bir hizmet olduğunu düşündüm. Ne yapıp edip bu kurumu ziyaret etmeye hatta imkan varsa bir şekilde yaptıkları güzel işlere katkıda bulunmaya karar verdim. Biraz aceleden biraz da heyecandan olmalı, önceden bir mail atmak yahut telefon etmek aklıma bile gelmedi, bir öğleden sonra karar verip direk NAHLA binasına gittim. Son derece güler yüzle ve içtenlikle karşılandıktan sonra, dini eğitim programları ve seminerlerden sorumlu olan Amela hanımla kuruma olan ilgim ve ne gibi yardımlarda bulunabileceğim hususunda konuştum. Vaktini ayırıp bana tüm binayı gezdiren ve kurumun programlarından bahseden sevgili Amela gibi diğer çalışanlar da bu çat kapı gelen misafire karşı sıcak ve ilgi doluydular. 

Benim kurumla olan bağlantımdan önce NAHLA’nın nasıl bir kurum olduğuna ve ne gibi hizmetler verdiğine değinmek istiyorum. 


NAHLA, Bosnalı kadınların sosyalleşmesi, kendilerini geliştirmesi, çeşitli yetenekler kazanıp iş hayatına atılabilmesi amacıyla 2000 yılında bir grup genç kadın tarafından kurulmuş bir yapılanma.  Kurulduğu tarihten bu yana ülke genelinde gördüğü ilgi de, üye sayısı da günbegün artıyor.  2007 yılında Saraybosna’da müstakil bir binada hizmete geçmesiyle birlikte çalışmalarını ve eğitim sahalarını artırarak daha da profesyonel hale gelen kurum,  ülke içerisinde benzer teşebbüslerin kurulmasına da ön ayak olmdu. Bir eğitim ve araştırma merkezi olarak hizmet veren NAHLA, din ve etnik kimliklerine bakmaksızın tüm Bosnalı kadınlara bulunmaz bir fırsat sunuyor. Ülke kadınlarını eğitmek, geliştirmek, farkındalıklarını artırmak ve onları sosyal hayata kazandırmak için her geçen yıl kurumun eğitim ve seminer programları zenginleştiriliyor. Tertemiz binasında kafeteryası, internet cafesi, kütüphane ve okuma odası, psikolojik danışmanlık odası, seminer salonu, mescit ve abdesthanesi, çocuklu hanımlar için kreşi, spor salonu-sauna-duş alanları ve her derse özel dizayn edilmiş sınıflarıyla dört dörtlük kurum.  Hizmetlerinin bir kısmı ücretsiz, bir kısmı ise son derece makul fiyatlar üzerinden veriliyor ancak yine de ekonomik gücü olmayan kadınlardan ücret talep edilmiyor. 


Peki, NAHLA’da mevcut olan hizmetler ve eğitim programları neler?

-İslam Okulu (Sahasında yetişmiş eğitimciler tarafından verilen dini eğitim ve seminerler) 
-Proje araştırma sahası(Kadınla ilgili her konuda akademik düzeyde veya serbest her tür araştırma, konferans) 
-Meslek edindirmeye yönelik kurslar (Bilgisayar, Grafik Dizayn, Dikiş, Çocuk bakıcılığı, Yemek… vb.)
-Yabancı dil programları (İngilizce ve Türkçe, Pratik sınıfları) 
-Hobi amaçlı programlar(Fotoğrafçılık, Resim, Hat, Tezhip, Bakır işçiliği… vb.) 
-Spor programları(Fitness, Aerobik, Pilates, Boot Camp… vb.) 
-Psikolojik Danışma ve Aile Terapisi 
-Çeşitli kulüpler (Trekking, Gençlik Kulübü vs.) 
-Çocuklara yönelik aktiviteler(Tüm gün yuva hizmeti, okul çocukları için kitap kulübü vs) 
-Kadınları ilgilendiren hemen her konuda düzenlenen çeşitli seminerler (Ebeveynlik, Eş İlişkileri, Psikoloji vb.) 
-İnsani yardım kampanyaları, kermesler, sergiler… 

Sanırım artık, birbirinden gayretli ve samimi hanımların başarılı bir teşebbüsü olan NAHLA içerisindeki küçük görevime değinebilirim.  Ana dili Türkçe olan, İngilizce bilen ama Boşnakçayı iyi bilmeyen bir yabancı olarak öğrencilerin İngilizce ve Türkçe kurslarında öğrendikleri bilgileri pratiğe dökmeleri hususunda belli bir program dahilinde (conversation class) onlara yardımcı oluyorum.  Bosna’yı, kültürünü ve insanlarını tanımak, onlardan bir şeyler öğrenirken bir yandan da onlara az da olsa bir şeyler katabilmek isteyen bir insan için NAHLA’dan daha güzel bir fırsat olabilir miydi dersiniz? 



*NAHLA ile ilgili daha fazla bilgi edinmek, basında hakkında çıkan haberlere bir göz atmak isteyenler http://english.nahla.ba/default.aspx adresinden gerekli bilgiye ulaşabilir. 


kaynak: http://www.on5yirmi5.com/yazar/sare-sanli/185562/bosnali-kadinlarin-ilham-kaynagi-nahla.html

9 Kasım 2015 Pazartesi

BALKANLILAR TÜRKÇE ŞARKI SÖYLERSE...


Türkçe'nin bu topraklarda ne kadar sevilen bir dil olduğunu, Türkçe dizilerinin popülaritesini, çok sayıda kurumda hizmete sunulan Türkçe kurslarını ve okullardaki Türkçe sınıflarını daha önce belirtmiştim. Ancak müziğimizin etkilerine değinmemiştim. Günümüz şarkıcılarının popüler şarkılarını cafelerde, mağazalarda bilhassa Başçarşı'da duymak pek de şaşırtıcı değil. Fakat Türk müziğine olan ilgi ve sevginin tohumları çok daha önceden atılmış. Uzun aramalar sonucu ulaştığım videolara mutlaka bir göz atın, dinlerken pek hoş vakit geçireceğinizden eminim. 


Makedonya Türklerinden Kevser Selimova, Çadırımın Üstüne, Kızılcıklar Oldu mu? Leylam, gibi tanınmış türkülerimizi kendine has yorumuyla seslendirmiş. Kendisi halen Belgrad'da yaşıyor.




Benim favorim, Sırp şarkıcı Danica Krstic'ın yorumu.





Ilma Karahmet'i "U Stambolu Na Bosforu" şarkısıyla tanıdım. 13 yaşında bir yarışma programına katılarak ismini duyurmuş. YouTube'da birkaç Türkçe şarkısına daha rastlamak mümkün. Kendisi Boşnak.





Esma Redcepova Müslüman anne, Yahudi büyükanne ve Katolik büyükbabadan dünyaya gelen Makedonyalı bir şarkıcı. Son derece eğlenceli bir şarkıyı yorumlamış.



Bu da bir yarışma programında Türkçe şarkı söylemeyi tercih eden bir gencin arabesk yorumu.

19 Ekim 2015 Pazartesi

KISA KISA DİKKATİMİ ÇEKENLER

* Panolara, cami ve kilise kapılarına, ağaçlara, apartman girişlerine asılan ölüm ilanları ülkeye geldiğim günden bu yana dikkatimi çekiyor. Bu ilanlara en çok yaşlılar dikkat ediyor, önünde durup üzgün bakışlarla tanıdık biri olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Şimdiye kadar yeşil ve siyah çerçeveli ölüm ilanları görmüş, isimlerden ve sembollerden yeşil çerçevenin Müslümanlar için, üzerinde haç işareti bulunan siyah çerçevenin ise Hristiyanlar için kullanıldığını düşünmüştüm, lakin daha sonra gördüğüm mavi çerçeveli ilan kafamı karıştırdı. Neyse ki öğrenmekte gecikmedim, mavi çerçeveler de dinsizlere aitmiş.

*Ne var bunda diyebilirsiniz ama şimdiye kadar hep Müslüman ülkelerde yaşadığım için hiç karşılaşmadığım Hristiyan cenaze araçları da benim için dikkat çekiciydi. Bizde her köyün bir camisi olduğu gibi, bu ülkedeki Hristiyan köylerinde de birer kilise var. Hatta her iki dinin mensuplarının bir arada yaşadıkları köylerde hem Kilise, hem de Cami bulunuyor.

* Artık fazlasıyla alışmış olsam da, belirtmeden geçemeyeceğim bir husus burek konusu. Boşnaklar bizim börek diye bildiğimiz hamur işine "pita" diyorlar. "Burek" ismi yalnızca "etli" pita için kullanılıyor. Diğer pitalar ise içine konulan malzemeye göre isim alıyor: Peynirli (Sirnica), Ispanaklı(Zeljenica), Patatesli (Krompiruša),Boş (Maslinica).

* Sebebini hala öğrenememekle birlikte belirtmeliyim ki, ülkeye geldim geleli gördüğüm kedi sayısı beşi geçmemiştir. Ancak sokak köpekleri her yerdeler. Belediyelerin bu kimsesiz köpeklere yönelik bir uygulaması da yok. Bazı ağaç diplerinde su kapları ve çöplere yakın bırakılan yemeklerden anlıyorum ki köpeklerin bakımını halk kendi üstleniyor.

* Saraybosna'nın yerlileri ülkenin diğer şehirlerinin sakinlerinden oldukça farklı. Boşnak nüfusun çoğunlukta olduğu şehirlerde (örneğin Zenica, Bihaç, Cazin, Tuzla) komşuluk ve insan ilişkileri çok daha sıcak. Bu durumu bizzat Bosnalılar dile getiriyor ama benim de aynı doğrultuda tecrübelerim oldu.  İlginçtir, Saraybosnalıların biraz kibirli ve soğuk olduğunu söyleyenlere, aslen başka bir şehirden geldiğini ve Saraybosna'da arkadaş ve komşu edinmekte çok zorlandığını belirten insanlara her geçen gün daha fazla rastlıyorum.

Neum
* Normalde bir ülkeye gittiğinizde, ülkenin turistik yeme içme mekanlarının sıradan mekanlara göre bir hayli pahalı olduğunu gözlemlersiniz. (Markette 1 lira olan suyun, cafede 3-4 lirayı bulması gibi.) Bu durum Bosna için geçerli değil. Son derece turistik bir mekan olan Başçarşı'daki restoranlar ile sıradan restoranlar arasında neredeyse hiç fiyat farkı yoktur. Üstelik alternatifiniz de çoktur. Hemen hemen her yerde rastlayabileceğiniz "Pekara"lar sayesinde 1 KM'nin çok altında bir fiyata açlığınızı bastırabilirsiniz. (Düşünün, bizdeki simite benzeyen gevreğin fiyatı yaklaşık 50 kuruş.)

* Bosna'nın denize kıyısı(yaklaşık 20 km) olan tek şehri Neum gerçekten cennetten bir parça gibi. Bu şehirle ilgili dikkatimi çeken ise nüfusunun neredeyse tamamını Hırvatların oluşturması ve para birimi olarak da Bosna para birimi "KM" yerine Hırvatistan para birimi "Kuna"nın kullanılması. Dolayısıyla şehirde bir Boşnak'a rastladıysanız kuvvetle muhtemel turist olarak gelmiştir.



1 Ekim 2015 Perşembe

BOSNA HAKKINDA NELER OKUYORUM, NELER İZLİYORUM?

Bosna, hakkında zihnimizin bir hayli dolu olduğu bir ülke. Benim gibi yaşı 30'u geçenler savaşın yaşandığı yılları çok net hatırlar. Ekranlardaki yürek burkan görüntüler, Bosna şarkıları, şiirleri, anma geceleri, Boşnak halk için yapılan dualar ve tınısı hala kulağımda olan Bosna milli marşı... İmam Hatip sıralarında arkadaşlarımızla Boşnak ilahilerini ezberlemek için yarışır, hep bir ağızdan "Ja sin sam tvoj"(Ya sin sam tvoy, Ben Senin Oğlunum) marşını haykırırdık. Savaş esnasında yaşadıklarını not alan küçük kız "Zlata'nın Günlüğü" elden ele dolaşırdı. Dolayısıyla yıllarca Bosna deyince, savaş, soykırım, kan ve gözyaşı geldi aklımıza. Aliya İzzetbegoviç'in şanlı mücadelesini okuduk, dinledik, seyrettik. Sırp ve Hırvatların tüm dünyanın gözü önünde "Türk" diye katlettiği Bosnalı kardeşlerimize sınır tanımaz bir sevgi besledik.(Hep de besleyeceğiz.) Yıllar sonra savaşın yaraları sarılırken, ekranlarda keskin bir akordeon sesi eşliğinde Başçarşı'daki "Sebil"i, özgürce uçan güvercinleri ve Türkiye'ye selam gönderen "ecdad yadigarı" Bosnalı kardeşlerimizi izledik. 

Doğal olarak bizler Bosna'yı hep aynı perspektiften tanıdık. Bosna hakkında yazılan kitaplar ve çekilen filmler/belgeseller de aynı temalar üzerinden verildi. Ben bugünün Bosna'sını ve bugünün Bosna halkını savaştan olabildiğince bağımsız tanımaya ve tanıtmaya çalışsam da savaşın izlerinden öyle kolay sıyrılamıyorum (tıpkı tüm Bosna gibi), okuduklarıma ve izlediklerime değinmeden geçemiyorum.

İslam Deklarasyonu / Aliya İzzetbegoviç

Öncelikle Aliya İzzetbegoviç'in en çok okunan ve tanınan bu muhteşem eserinin PDF formatına rahatlıkla ulaşabileceğinizi söylemeliyim ki okumayan kalmasın. Begoviç bu eserinde sadece Bosna'daki Müslümanlar için değil, tüm Müslümanlar için çok önemli, can alıcı tespitler yapmış. Birkaç cümle veya birkaç paragrafla tanıtılacak, özetlenecek gibi değil. Bu eser sadece onun ciddi bir entelektüel ve alim olarak ülkesi adına verdiği mücadeleyi ve fikri yapısını anlamak için değil, Müslümanların bugününe ışık tutacak fikirlere ulaşmak için de mutlaka okunmalı. (Ben yıllar evvel okumama rağmen, buraya geldiğimde hakkını veremediğim noktaları daha iyi sindirebilmek için bir kez daha okudum.)


Köle Olmayacağız / Aliya İzzetbegoviç

Bosna'yı anlamak, tanımak, savaşın detaylarını öğrenmek ve Aliya'nın bu savaşta ne denli mühim bir rol oynadığını bilmek isteyen bir insan için büyük liderin 1990-1995 yılları arasındaki konuşmalarını içeren bu derleme kitabı okumamak büyük bir eksiklik olurdu. Hemen her sayfada altı çizilecek satılar bulduğum ve üzerinde dakikalarca düşündüğüm bu konuşmalar sayesinde Aliya'nın "Bilge Kral" unvanını sonuna kadar hak ettiğini bir kez daha anladım.
"Bizim konseptimiz, her zaman hem camiden ezan hem de kiliseden çan sesinin duyulacağı, medeni hayat konseptidir."
"Dışarıdan gelen özgürlük yoktur. Hiç kimse hiçbir zaman kimseye özgürlüğünü hediye etmemiştir. Her halk kendi özgürlüğünü kazanmak zorundadır."
"Başımızı eğecek miyiz yoksa başımız dik olarak mı kalacağız, köle mi özgür insan mı olacağız? Konuşmama çok sevdiğim şairin sözleriyle son vermek isterim:
"Büyük Allah adına yemin ederiz ki köle olmayacağız!"

İslami Yeniden Doğuşun Sorunları /Aliya İzzetbegoviç

Yeni baskısının editörlüğünü üstlendiğim bu eseri farklı iki biçimde okuyabildiğim için şanslıyım.Böylesi önemli bir eser, bir kere okunup rafa kaldırılacak cinsten değil zira.
Bilge Kral "Müslümanlar neden geri kaldı?" sorusunu büyük bir titizlikle tarihi verileri analiz ederek cevaplayarak başlıyor esere. Vahyi ve Allah Resulü'nün mesajlarını anlamaya yönelik çağrıları ve tespitleri günümüz problemlerine ışık tutmaya devam ediyor. Kur'an'ı nasıl okumamız gerektiğinden, Müslüman bireylerin nasıl yetiştirileceğine kadar çok sayıda kronik soruna ustalıkla değiniyor ve somut çözümler sunuyor.
Aliya'nın beni en çok etkileyen yönlerinden biri Müslüman kadına ve aileye bakış açısı. Özellikle çalışan anne ve çocuk ile ilgili tespitine yer vermek istiyorum:
"Çalışan kadın iş ile çocuğu bir arada, hiç kimse zarar görmeden yürütemez. Fakat galiba çocukların zararı en fazladır. Çünkü onlar sevgi için değil, para için çalışan kimselere emanet edilmişlerdir. Çocuk sadece kendi ebeveyni için ve kendi evinde bir şahsiyettir. Kreşte çoğu zaman, mürebbiye-memur için sadece eşyalar arasında bir şeydir. Kreşler ana okulları ve yurtlar çok az terbiye eder ve yetiştirir. Bu kurumlar çocukların duygusal tarafını geliştirmez, bakımsız bırakarak onları sadece gözetir ve korur."

Bosna Yazıları / Editör: Ertuğrul Günay

1995 yılının Ağustos ayında "Bosna için İnsanlık Girişimi" isimli bir kampanya ile kendi imkanlarını kullanarak Bosna yolculuğuna çıkan bir grup aydının yaşadıklarını kaleme aldığı bir edisyon çalışması bu kitap.  Grubun öncülüğünü yapan Ertuğrul Günay aynı zamanda kitabın editörü. Kitapta tam o yıllarda yaşananların resmedildiği belge niteliğinde yazılar bulabiliyorsunuz. Tüm aydınlar, duygularını ve gördüklerini tam anlamıyla aktaramamanın rahatsızlığı içinde olsalar da, yoğun hisleri anlamak okuyucu için çok güç değil. Savaşın acılarıyla birlikte, Bosna’nın bir ülke olarak onlarda bıraktığı izlenimleri okumak da insana çok şey katıyor. Ayrıca bu "İnsanlık Girişimi"nin Türk basınında nasıl yankı bulduğuna dair çeşitli köşe yazarlarının görüşlerine de yer verilmiş.

Bosna’nın Hazineleri /Hacer Öztürk

Hacer Öztürk’e ait olan bu çalışma, yaşanmış hadiselerden ilham alınarak kaleme alınan 14 kısa hikayeden oluşuyor. Bogomil dininden olan Bosnalıların İslamı seçmelerine vesile olan "Ayvaz Dedo" ve tek başına Viyana çarına kafa tutan bir Boşnak'ın onurlu hikayesi "İnat Kuča" gibi hikayeler dışındaki tüm diğer hikayeler bir hayli hüzünlü. Savaş döneminde yaşanılan birbirinden acı hadiseleri yazar içtenlikle anlatmış.

Sevdalinka /Ayşe Kulin

Uzun yıllar evvel okuduğum bir kitaptı Sevdalinka. Ayşe Kulin usta üslubuyla bir hayli hüzünlü bir öyküyü işlemişti. Savaşta masum bir halka yaşatılan zulüm ve barbarlıkları tüm çıplaklığıyla tasvir etmekten çekinmediği için, kitabı okurken korku, utanç ve nefret duygularının harekete geçmemesinin imkansız olduğu hatırlıyorum.Defterimdeki notlara bakıyorum ve birini paylaşmak istiyorum:
"Dünya buna izin vermez. Koca dünya gözlerini bir soykırıma daha kapatmaz. Hiç kimse aldırmasa, bu yollardan geçmiş Yahudiler var, onlar izin vermez..."

Drina Köprüsü / İvo Andriç

Bakmayın siz Drina Köprüsü ismine, Sokollu Mehmet Paşa'nın Višegrad'da yaptırdığı köprü aslında aynı isimle yani "Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü" olarak anılıyor.  Yine uzun zaman önce okuduğum kitaplardan biri olan İvo Andriç'in bu meşhur eseri, MEB'in belirlediği 100 Temel Eser arasında. Bu kitap Osmanlı yönetiminin ülkeden çekilip, Avusturya yönetiminin gelişini anlatması nedeniyle o dönemi tahlil etmek açısından önemlidir. Osmanlı dönemine ait olumsuzlukların abartılması, Avusturya dönemindeki olumsuzlukların ise geçiştirilmesi eserin 1961 yılında neden Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldüğünü açıklıyor sanırım.

Derviş ve Ölüm /Mehmet (Meša) Selimoviç

Haksız yere öldürülen kardeşinin başından geçenleri anlatan bir Mevlevi şeyhinin hikayesidir bu kitap. Bundan yaklaşık altı yıl evvel defterime bu kitaptan sayfalar dolusu notlar almış ve kitabın bazı bölümlerini iki kez okumuştum. Romanda adalet, dostluk, kardeşlik,intikam, suç ve ceza gibi kavramlara dair çok şey bulduğumu hatırlıyorum. Hatta kısa bir alıntımı buraya da not düşeyim:
"Öldükten sonra da eşitliklerini koruyabilsinler diye eskiden Müslümanlar müşterek mezarlara gömülürlermiş. Hayatta eşit olmamaya başladıktan sonra, mezarlarını da ayırmaya başlamışlar."

Srebrenica is a Falling Star / Melika Salihbeg Bosnawi

Yazarın kendisiyle bizzat tanıştıktan sonra okuduğum bu küçük kitap, birbirinden duygusal şiirlerden ve şiirlere eşlik eden anlamlı illüstrasyonlardan oluşuyor. Okurken gözyaşlarınızı tutmak mümkün değil.  Beni en çok etkileyen kısımda şair, Tanrının belki de Srebrenica'da ölenleri bizler gibi topraktan değil de yıldız tozlarından yarattığı ve bunun için o insanların toprağa değil, yıldızlara geri döndüğünü harika bir üslup ile anlatıyor. Srebrenica'nın "gümüş" anlamına geldiğini de bu kitaptan öğreniyorum. Kitabın dili İngilizce. Şiirlerin bir kısmının tadına bakmak isteyenler için http://www.bosnawi.ba/en/poetry/130-srebrenica-is-a-falling-star

İncir Kuşları / Sinan Akyüz

Kitabı okurken ister istemez Ayşe Kulin'in Sevdalinka'sı ile kıyasladım. Üslup açısından bana hitap etmemesine rağmen, anlatılan temsili olayların yaşandığı yerlerde aylardır yaşıyor olmam ve ülkenin kültürünü her geçen gün daha iyi sindirmem kitabın bende çok farklı izler oluşturmasına sebep oldu. Başlangıçta romanın kahramanı olan gençler arasında yaşanan aşk tasvirinden sıkıldım, hatta biraz yapay buldum. Ancak ilerledikçe adeta belgesel havası sunan olaylardan ve ifadelerden, daha önce başka yerlerde karşılaşmadığım bazı detayları öğrendim. Yazarın üslubunu bir yana bırakırsam, esere verdiği emek ve yaptığı araştırmaların derinliği takdire şayan diyebilirim. Bilhassa Bosna Savaşı hakkında pek fikri olmayan gençlere tavsiye ediyorum.


İzlediğim filmlere gelince;
İlginçtir ama Bosna'ya ait filmleri Bosna’ya geldikten sonra izledim. Tıpkı kitaplar gibi filmler de, söz konusu olayların geçtiği yerleri gören ve hatta yaşayan insanda çok daha farklı izler bırakıyormuş. Filmde gördüğüm her bir mekan, her bir Boşnakça kelime ve Boşnak kültürüne ait her bir öge tanıdık geldikçe anlam da derinleşiyormuş. 

In the Land of Honey and Blood /Angelina Jolie 

Hakkında yazılanları okumaksızın, Angelina Jolie için ön yargılarınızı (şayet varsa) bir kenara bırakarak bu filmi izlemenizi öneririm. Sinematik açıdan film değerlendirecek bilgi düzeyim yok ancak objektiflik noktasında filme yüksek puan verebilirim. Zulüm gören ve haksızlığa uğrayan tarafın Boşnak halk olduğunu yansıtması açısından film gözümde kıymet kazanıyor. Bir Boşnak genç kız ile Sırp komutanın aşkı üzerinden verilen hikayede gerçek dışı çok az öğe gördüm. Tecavüzler, işkenceler, toplu katliamlar ve askerlerin ruh hali belli oranlarda verilmeye çalışılmış. En azından Bosna'da olup bitenler hakkında hiçbir fikri olmayan dünya insanları için bu film doğru bir örnek diye düşünüyorum. 


Welcome to Sarajevo

Filmde gerçek görüntüler kullanıldığı için, bu yapımın daha çok belgesel niteliğinde olduğu söylenebilir. Hikaye hayatı kurtarılmaya çalışılan bir Boşnak çocuk üzerinden verilmiş, bu şekilde savaşın en çok çocukları yaraladığı anlatılmış. Tıpkı Jolie'nin filmi gibi bu film de dünyaya yaşananları doğru bir şekilde gösterme noktasında çok iyi ve dürüst bir iş çıkarmış. Kesinlikle izlemeye değer bir film.

Savršeni krug (Kusursuz Çember)

Eşini ve kızını yurt dışına gönderen alkolik bir şairin(Hamza) evine tüm yakınlarını kaybeden iki çocuğun (Adis ve Kerim) sığınmasıyla başlar öykü. Sniperlardan bombalardan kaçarak yaşam mücadelesi veren üç kişinin korkularının ve duygularının anlatıldığı film savaş bittikten çok kısa bir süre sonra çekilmiş. Politik öğeler yerine, savaşın vurduğu insanları, geride kalan insanların çaresizliğini ve ülkede hayatın durduğunu resmetmeye çalışmış Ademir Kenović. Saraybosna'da geçen üç ayın sonunda, filmde gördüğüm yerlerin tanıdık gelmesinin ve Boşnakça'ya kulaklarımın alışmasının bende çok daha farklı etkiler bıraktığını söylemeliyim.

Aida Begiç

Snijeg (Kar)

Ünlü yönetmen Aida Begić'in yönetmenliği yaptığı film, savaş sonrasında tüm erkeklerin öldürüldüğü bir köyde yalnız kalan ve hayata tutunmaya çalışan kadınların hayatını konu almış. Ne kadar acıdır ki, erkeklerinin ölü bedenleri görmemiş olmaları, onların hayatta olma ihtimallerini kadınların zihinlerinden hiç silmemiş. Gerçekten Begić, savaş sonrası seçilebilecek en güzel temalardan birini seçip, izleyiciye duyguları yoğun bir şekilde yansıtmış.Son derece yalın, naif ve izlenesi bir film.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

SIK SORULAN SORULAR 2

Sık sorulan soruları cevaplamaya devam ediyorum.

* Bosna'da hayat ucuz mu?
-Türkiye'ye kıyaslayarak cevap verirsem, belli alanlarda ucuz, belli alanlarda ise hemen hemen aynı veya pahalı diyebilirim.
Örneğin dışarıda yeme içme ucuz. Çünkü etin fiyatı yarı yarıya uygun. Türkiye'de turistik bir bölgede bir kişi karnını 30 TL'ye doyurursa Bosna'da bu rakam 15-20 TL'ye düşer.
Sebze ve meyve ise daha pahalı. Pazara gitmeniz de çok bir şeyi değiştirmiyor. Market alışverişinde de Türkiye'de alternatif daha fazla olduğu için Türkiyeyi daha ucuz buluyorum. Kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde ise Bosna daha avantajlı. Kiralar aşağı yukarı aynı. Ama Saraybosna küçük olduğu için, şehir dışını tercih edip daha ucuza yaşayabiliyorsunuz. Araba fiyatları ise üçte bir oranına kadar dusebiliyor.

*Gelişmiş bir ülke mi?
-Gelişmişliğin kriterlerine göre değişir. Belli açılardan altyapısı oturmuş, düzenli bakımlı bir ülke görmek mümkün. Şehircilik Türkiye'ye bakarak daha iyi görünüyor, bu da nüfusla alakalı olabilir. Derli toplu ve düzenli bir ülke görüyorsunuz ilk bakışta. Ulaşım ise tek kelimeyle kötü. Tüm toplu taşıma araçları eski ve yetersiz.
Aradığınız ürünü bulma konusunda zorlanmazsınız. Çok sayıda alışveriş merkezi ve dükkan var. Birçok Avrupa markasına ulaşmak mümkün.
Hastaneler ve hizmet sektörü cok fena durumda. Sakın işiniz düşmesin ve bir aciliyetiniz olmasın. İşler bu ülkede alabildiğine yavaş. Bana Türkiye'nin 15 yıl önceki halini hatırlatıyor.

*İnsanları sıcakkanlı mı?
-Kime denk geldiğinize ve sizin kim olduğunuza göre değişir. Çocuklu bir bayan olarak girdiğim her ortamda sıcak karşılandım ama herkesin tecrübesi bu kadar olumlu değil. Parklarda, toplu taşıma araçlarında, alışverişte çok samimi sohbetlerin içinde kendimi bulduğumu söyleyebilirim. Ülke insanı çocuklara inanılmaz kıymet veriyor. Kısa süreli ilişkilerde sıcak olsalar da, komşuluk ilişkileri can çekişiyor. Bayramda dahi kimse birbirinin kapısını çalmadı ve hatta karşılaşınca da bayramlaşmadı. Burada yaşayan diğer Türk arkadaşların tamamımın gözlemi de halkın mesafeli ve biraz soğuk olduğu yönünde.

*Türkiye'de bulup da Bosna'da bulamadığın ürünler neler?
-Sanırım peynir ve zeytin çeşitleri en çok özlediklerim oluyor. (Maalesef bazı markaların vakumlu zeytinlerine mahkumuz.) Nohut, bulgur ve kırmızı mercimeği bulmak için de Türk marketlerine bakmak gerekir.

*Bosna'da olup Türkiye'de olmayan neler var?
-Börek, çevapi ve magnetler:) Gerçekten Türkiye'de olmayan hiçbir şey yok burada. Hediye götürmek işin en zor kısmı ama ben yine de ilginç bir şey buldum. Hazır çorbalardan Begova çorbası:)

*Bosna'da TV kanalları ve programları nasıl?
-Öncelikle Bosna halkı için televizyon vazgeçilmezler arasında. Animal Planet, Discovery, History Channel, RTL ve diğer uluslararası kanallar, Hırvat ve Sırp kanallarının yanı sıra Boşnaklara ait üç dört kanal var. Şahsen Bosna kanallarında Boşnak dili ile hazırlanmış ilgi çekici, eğitici, faydalı tek bir programa rastlamadım. Ağırlıklı olarak müzik, eğlence ve spor programları var. Bu da Boşnakçayı izleme ve dinleme yoluyla pekiştirmemin önündeki en büyük engel. Ayrıca görüntü kalitesi ve çekimler de bir hayli düşük kalitede.
Dizi izleme oranı çok yüksek, bunu tanıştığınız her Boşnak'tan anlayabiliyorsunuz. Yerli televizyon kanallarında yerli dizileri yok denecek kadar az. Daha çok ithal dizi takip ediyorlar. Türk dizileri revaçta. Dublaj yapılmadığından halk, her programı orijinal dilinde izliyor bu yüzden yabancı dil öğrenirken çok zorlanmıyorlar.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

BOSNA'DA ÖĞRENCİ OLMAK

Ülkeye geldiğim ilk haftalardan itibaren beni yalnız bırakmayan öğrenci arkadaşların "Bosna'da öğrenci olmanın avantaj ve dezavantajları" ile ilgili görüşlerini, hem öğrencilik hayatını merak edenlere hem de bu ülkede eğitim görmeyi düşünenlere ışık tutmak maksadıyla toplamak istedim. Aralarında Türk iş adamlarının kurduğu IUS başta olmak üzere devlet üniversitesi ve diğer özel üniversitelerde eğitim alan genç arkadaşlarıma vakitlerini ayırıp, kafalarında üç dört yılın muhasebesini yaptıkları için çok teşekkür ediyorum. 


Bosna benim dünyadaki cennetim. Huzurum, mutluluğum, gençliğim, heyecanım, umudum ve hayal kırıklığım. Ben insanın eğitimini okulda aldığına inanmıyorum o yüzden Bosna'da eğitim yani bir kuruma bağlı alınacak eğitim çok çeşitlilik gösterebilir ama Bosna'nın bir insanı eğitmesine, olgunlaştırmasına şahit olduğum çok oldu. Kişinin nasıl bir beklentiyle Bosna'ya geldiği çok önemli. Bir Avrupa ülkesi mi görmek istiyor, Aliya'nın askerlerini mi, yasayan Osmanlıyı mı. İşte bunların hiçbiri, yada ayni zamanda hepsi. Bunu görene, anlayana kadar insan çok şey öğreniyor. Bosna vatan oluyor, köy oluyor, yayla oluyor. Sonra bir bakıyor insan ve Bosna'yı terk etmenin imkansız olduğunu görüyor. Benim için Bosna akademisyenlerden ve akademik hayattan tiksinmişken bir sene daha okul uzasın diye master yapmaktır. Benim için Bosna ilk aşktır, son duraktır.  (Betül)


Her ülkede olduğu gibi bu ülkede de çok tatlı insanlar olmasının yanı sıra hiç tanımasaydım dedirten insanlar da var. Örneğin eski ev sahibimle şimdiki ev sahibi kıyasladığımda aynı milletten olamazlar diyorum. Biri anahtarı ile çat diye içeri dalardı diğeri ise hanımı yanında olmadan apartmanın kapısından içeri girmiyor. Mangal yapınca bir tabak et doldurup gönderiyor. İyisi de var, kötüsü de. Herkesin hayata bakış açısı ve insanlara dayanma, tahammül etme eşiği farklıdır. Ama yine de burada güzel insanlar tanıyorsunuz. Markete gittiğinizde bir ürün aldınız diyelim, kasadaki insan sizi "o ürünü almayın, içinde alkol/domuz ürünü var" diye uyarır sizi, çünkü Türk olduğunuzu anlamıştır ve İslâmi hassasiyetinizi bilir. Dezavantajlarına gelince, tramvaya biniyorsunuz, kartınız yoksa ceza ödüyorsunuz ancak bu cezayı Boşnaklar değil de Türkler ödüyor. Burada bir ayrımcılık var. 

Yani iyisiyle kötüsüyle tonla örneğimiz mevcut. Velhasıl kelam. Bu ülkeye öğrenci olarak gelin de diyemiyorum, gelmeyin de diyemiyorum.  (Canan)

Bosna'da öğrenci olmanın ilk avantajı, bu ülkede okulun imkanları sayesinde iyi derecede İngilizce öğreniyorsun. İkincisi yabancı bir ülke olduğu için kendini farklı yönlerde geliştiriyorsun. Sonra bu ülkenin dilini ve kültürünü öğrenme fırsatı yakalıyorsun. Farklı milletlerden arkadaş ediniyorsun. Yeni bir çevren oluyor. Bir avantajı da yurt dışı ile ilgili prosedürleri tanıyorsun (oturum izni vs). Dezavantajları nedir derseniz, ailenizi özlüyorsunuz. Sadece İstanbul uçuşları olduğu için başka şehirlere aktarmalı ve yılda en fazla iki kere gidiyorsunuz. Yeni çevreye alışmak ilk etapta zor oluyor çünkü dil bilmiyorsunuz. Hastane ve sağlık sistemi çok kötü olduğundan bu konuda endişe hissediyorsunuz. Bir de sokak köpeklerinden ve ilaçlama olmadığı için böceklerden korkuyorsunuz. (Rabia)


Bosna'nın bana kattığı şeylerle başlamak isterim. Lisans ve yüksek lisans diploması. Türkiye'de elde edemeyeceğim düzeyde İngilizce bilgisi. Az da olsa Boşnakça. Ve tabi bana farklı bir kültürü tanımayı ve o kültürde yaşama fırsatını sağladı. Dostluğun ne kadar önemli olduğunu burada öğrendim. Doğası, havası, suyu, yeşiliyle çok güzel bir ülke Bosna. Buna karşın hayat standartları çok yüksek değil, kapitalizme dur deyişi beni kendine bağladı. Ancak bir yandan komünizmin etkileri ve sistemin zaman zaman tıkanması, bana Türkiye'yi arattı doğrusu. (Büşra)


Bosna'da yaşamanın avantajlarıyla başlamak istiyorum. Öncelikle Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya ve Kosova'da konuşulan bir dili öğrenme şansı yakalıyorsunuz. Yeni bir kültürü yaşayarak öğreniyorsunuz. Boşnaklarla Osmanlı dönemine dayanan ortak bir kültürümüz var. Ülkenin doğal güzelliği gezmeye görmeye, yaşamaya değer. Bir öğrenci için gezip görülecek yerlerin bol olması üniversiteden keyif alması için önemli bir etken. Ayrıca burası yaşaması kolay bir yer. Başkent Saraybosna'da bile hayatın akışı çok yavaş. Ülke küçük, bu yüzden gün içinde birçok aktiviteye vakit ayrılabiliyor. Koşturmasız, telaşsız sakin bir hayat var burada tabi sınav dönemleri hariç. Bir gencin ailesinden bağımsız hayata atılıp kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmesi açısından da Bosna'nın çok avantajı var. Dışarıda yemek içmek Türkiye'ye kıyasla ucuz. Öğrenci dostu bu bakımdan. Et de inanılmaz ucuz. Dezavantajlarını düşününce, aileden uzakta olmak diyebilirim. Kur farkı da önemli bir dezavantaj. Aile 900 TL yatırırken o para burada 600 KM'ye düşüyor. Bunu ailelere anlatmak kısmı da oldukça zor. Toplu taşıma bu ülkede kötü, sadece şehrin başından sonuna giden tramvaylar var ve bu araçlar da çok eski. Çingenelerin çokluğu ve tehlikeli olmaları da bir dezavantaj. Sağlık hizmetleri ve hastaneler Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar kötü. Bir de ülkede İslami hassasiyetlerin çok az olması beni rahatsız ediyor. Çocuk parklarında uygunsuz davranışlar sergileyen aşık çiftler ve kadınların haddinden fazla açık giyinmesi inançlı insanlar için rahatsız verici bir durum. İşin kötüsü zamanla bunlara alışıyor insan, işte bu yani kötüye alışmak da benim için en büyük dezavantaj. (Zeynep)



Bosna Hersek, Saraybosna öğrenci olarak kendinizi hayal ettiğiniz yerlerden değildir ta ki mezun olup gittiğiniz güne kadar... Sonrasında görürsünüz ki zaten birşeyleri hayal "etmemek" gerekir , birşeylerin hayalini "kurmak" gerekir.

Burdan yola çıkarak;Bosna ve yaşam öncelikle kişiliğimde kurmam gereken temel taşlarımı oluşturdu. Önyargılarımı, kişilere karşı davranış biçimleri ve en önemlisi herkesin benim gibi düşünmesi gerekmediğini bununla birlikte ülkemden ve ailemden uzak bir yaşam , hem kendimin kim olduğunu keşfetmeme , hem de ülkemde olan bir çok şeye dışardan bir göz olarak bakmamı sağladı.
Boşnak halkının Osmanlı dönemi geçirmiş fakat Batı karakteri taşıyan bir toplum olması, Doğulu biri olarak sivri olan bir çok yanımı törpülememe , güzel huylarıma ise sıkı sıkıya sarılmama sebep olmuştur. Bosna Hersek'te IUS'ta aldığım eğitim ise çeşitlilik ve çoklu düşünmemi sağlayan en değerli şeyimdir.
Saraybosna gibi küçük bir yerde eğitim görmek başlarda sıkıcı sonrasında şehiri tanıdığımda çok kaliteli bir yaşamın kapısını açtı bana. Dışarıda yemenin içmenin hem lezzetli hemde çok ucuz olması sosyalleşmenizde büyük bir etken oluşturuyor. Festivalleri kolayca takip edip çok ucuza çok büyük sanatçıların konserlerine gitmek benim en çok özlediğim şeylerden biridir. Balkan toplumunun sanata olan düşkünlüğü sayesinde, tiyatro, bale, klasik müzik konserleri gibi etkinlikler Türkiye'de çok ulaşılması zor olduğu için konuşulmaz bile ama Bosna'da en azından bir kere giderek fikir sahibi olmak çok kolaylık. Olumsuzluklarından en büyüğü benim için işsizlik oranının yüksek olması sebebiyle, part time iş gibi alternatiflerinin bulunmamasıydı ve birde tepkisiz batılı insanının ihtiyaç halinde umursamazlıklar he birde hastahaneler aman hasta olmayın :) Ama sanırım yukarıda saydıklarım ailenizden ve ülkenizden uzak olunduğunda nerede olursanız olun kaçınılmaz sondur:) Her şeyin ötesinde başta dedim ya Bosna'da okumayı hayal etmessiniz , mezun olduğunuzda hayallerinizde görmek için dua edersiniz ... (Rukiye) 

27 Temmuz 2015 Pazartesi

SIK SORULAN SORULAR 1

Ülkeye gelmeden önce kafamda beliren soruları ve bana sıklıkla sorulan soruları toplayıp cevaplamaya çalışıyorum. Sorularınızı eksik etmeyin, cevapları ısrarla isteyin!
İlk kısımda etnik yapı ile ilgili merak edilenleri cevaplamaya çalıştım.

*Bosna'da etnik yapı nasıl?
-Son nüfus sayımına göre -ne yazık ki adil bir nüfus sayımı olmadığını düşünüyoruz- Boşnaklar (Müslüman)%48, Sırplar (Ortodoks) %37.1, Hırvatlar (Katolik) %14.3. (Çok az sayıda Yahudi ve çingene de var.)

*Üç etnik grup tamamen ayrı bölgelerde mi yaşıyor?
-Tamamen ayrılmaları imkansız. Her bir etnik grubun çoğunluğu oluşturduğu bölgeler var. Ancak bir şehrin yüzde yüz tek bir etnik gruptan oluştuğunu söyleyemiyoruz. Bosna Hersek Federasyonu ülkenin %51.46'sını, Republika Srpska yani Sırp Cumhuriyeti %48.52'sini oluşturuyor. (Bir de %0,02 ile Brčko bölgesi var) Sırp Cumhuriyeti içinde yaşayan Hırvat ve Boşnaklar da var. Saraybosna, Travnik, Bihaç, Tuzla, Zenica Boşnakların çoğunluğu oluşturduğu şehirler arasında. Mostar'da Hırvat ve Boşnaklar şehri adeta ikiye bölmüş şekilde ayrı ayrı yaşıyor. Banja Luka ise ağırlıklı olarak Sırpları barındırıyor.

*Savaş sonrasında üç etnik grup eskisi gibi iç içe ve barış içinde yaşıyor mu?
-Hayır. Savaş öncesinde üç etnik grup arasında komşuluk, dostluk ve hatta evlilikler bile var iken, savaş sonrası müthiş bir güvensizlik ortamı oluştuğu söyleniyor. Halk, iş arkadaşlığı veya zaruret oluşturan haller dışında üç etnik grup arasında mümkün mertebe ilişki olmadığını dile getiriyor. Boşnaklar "Affettik ama unutmuyoruz, güvenmiyoruz"diyorlar.

*Peki, üç etnik grup arasında çatışma var mı?
-Hayır. Her üç grup da çatışmaktan, sözlü ve fiili kavgalardan kaçınıyor. En ufak bir kıvılcımın daha büyük çatışmalara, dolayısıyla eski savaş günlerine dönüş anlamına gelebileceği düşüncesi insanları birbirleriyle ters düşmekten alıkoyuyor. (Şimdiye kadar rastladığım insanlardan aldığım cevaplar doğrultusunda yazıyorum, şahsi tecrübelerimdir.)

*Fiziksel özelliklere bakarak üç etnik grubu birbirinden ayırmak mümkün mü?
-Bir yabancı için imkansız. Her üç grup da Slav ırkından olduğu için birbirlerine fazlasıyla benziyorlar. Giyim noktasında da gruplar arasında en ufak bir fark yok. Ancak halk birbirine daha aşina olduğu için tahminde bulunabiliyorlar ama yüzde yüz tutturmanın imkansız olduğunu söylüyorlar. (Bizim ülkemizdeki etnik grupları düşünerek anlamaya çalışabiliriz. Şahsen ben yarı Çerkez yarı Türküm, oğlum da ise dört ayrı etnik grubun izleri var fakat hangileri olduğunu tahmin etmek imkansız.)

*Konuşma biçiminden üç etnik grubu birbirinden ayırmak mümkün mü?
-Büyük olasılıkla evet. Çoğu Müslüman karşılaştıklarında "Selam alaykum" ve ayrılırken "Allah imanet" diyor. Fakat bu ifadeleri hiç kullanmayan Müslümanlar da mevcut. Diğer iki etnik grup ise "Dobar dan, Zdravo, Prijatno" gibi seküler ifadeleri kullanıyor. Bunun dışında Hırvatça, Sırpça ve Boşnakça arasındaki ufak farklılıklar da kişinin hangi etnik gruba ait olduğu hakkında fikir veriyor.

*Sırpça, Hırvatça ve Boşnakça ayrı diller mi?
-Politik sebeplerle ayrı diller gibi kabul edilse de cevap hayır. Dil bilgisi kuralları tamamen aynı olmakla birlikte, üç dil birbirinden az sayıda kelimenin farklı telaffuzu ile ayrılıyor. Örneğin Boşnaklar "ljepa" derken Sırplar "lepa" diyorlar. Boşnakça ve Sırpça'da ekmek kelimesi "hljeb" olarak ifade edilirken Hırvatlar "kruh" diyorlar. (Ancak nüfusu Boşnaklardan oluşan Bihaç'ta da ekmek "kruh" olarak biliniyor. Bu da ilginç bir ayrıntı.) Dolayısıyla çok ufak "ağız" farkı dışında halkların birbirini anlamasını zorlaştıracak bir farklılık söz konusu değil. Dinsel farklılıktan ötürü Boşnakça daha fazla Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeler barındırıyor.Sırpların ise alfabesi farklı, kiril alfabesi kullanıyorlar.

*Boşnaklar Türk soyundan mı?
-Bu konu tartışılan bir konu. Şimdiye kadar okuduğum kaynaklarda sadece bir yerde Boşnakların Türk asıllı olduğuna dair bir iddiaya rastladım. Kalan tüm kaynaklara göre Boşnaklar Slav ırkından. (Bana kalırsa dış görüntüleri de bunu doğruluyor.Ama yıllar içinde farklı milletlerle belki de en çok Türklerle evlilikler yapıldığından Türk'e benzeyen Boşnaklar da var.) Bir de Boşnakların Müslüman olmuş Sırplar olduğunu iddia edenler var. Ancak İslamiyeti kabul etmeden önceki mezheplerinin farklı olması da bu tezin hatalı olduğunu gösteriyor. Boşnaklar Sırp ve Hırvatlardan farklı olarak Hristiyanlığın Bogomil mezhebine mensup idiler. Bu mezhepteki birçok uygulama ve inanış İslamiyete zemin hazırladığı için Boşnakların İslamı kolayca benimsediği söyleniyor. Örneğin İncil'in tahrif edildiğine inanan Bogomillere göre Hz. İsa tanrı değildi, dolayısıyla teslise inanmıyorlardı.

*Halk savaştan bahsediyor mu?
-Hayır. Hatta hiç kimseye savaşla alakalı soru sormamak ve hatırlatmamak konusunda tembih işitiyorsunuz. Yıllarca gazeteciler, yazarlar, çizerler, insanların unutmak için çabaladığı acılarını tekrar su yüzüne çıkarmak için gelip gittiler. İnsanlar bu konuda yorulmuş, bunalmış. Geçmişi unutmuyor ama savaştan uzaklaşarak yeni bir ülke kurmayı arzuluyorlar. Savaşı yaşamayan gençler konuyu hiç açmak istemiyor.




20 Temmuz 2015 Pazartesi

BAYRAMDA TRAVNİK,JAJCE(YAYTSE), BİHAĆ VE CAZİN(TSAZİN)

Bosna'da Ramazan ve Bosna'da Bayram nasıl diye merak ediyorsunuzdur veya burada Ramazan'ın bir başka olduğunu düşünüyorsunuzdur. Öncelikle günlerin uzun olması, yaz tatili ve havaların sıcaklığı ümmet genelinde oruç tutma oranındaki düşüşün sebepleri. Bu düşüş Bosna'da çok daha belirgin, Ramazan'dan bir gün ile sıradan bir gün arasındaki farkı görmek cidden zordu. Elbette her Müslüman coğrafyada olduğu gibi, burada da oruç tutan ve Ramazan'ı güzel şekilde ihya etmeye çalışan insanlar oldu. Camilerde hatimler indirildi, teravihler kılındı, programlar düzenlendi. Bilhassa Kadir Gecesinde camilerde ibadet edecek yer kalmadı. (Pekaralardan(Fırın) gelen pide daha dogrusu somun kokuları karnımızı acıktırdı.)

Bir dostumuzun büyük aile iftarından
Elimizden geldiğince vakit namazlarında ve teravihlerde büyük camilere giderek Ramazan atmosferini yakalamak için çaba gösterdiysek de, bir yanımız buruk kaldı. Çünkü benim açımdan Ramazanı Ramazan yapan, iftar sofrasını paylaştığım dostlarımın ve akrabalarımın sohbet ve muhabbetiydi. Kısa sürede edindiğim samimi dostluklar sayesinde iftar sofralarında sevdiğim dostlarımla(hem Boşnak hem de Türk) buluştum, çok da yalnız kalmadım. Ama Türkiye'de bıraktığım ailemle, akrabalarımla ve dostlarımda iftar yapamamak, gün içinde anlam yüklü sohbetler edememek ve sokağa çıktığımda Ramazan'dan hiç etkilenmeyen insanların sayısının çok çok fazla olması beni eksik bıraktı doğrusu.

Bayrama gelince... Aslında ailemden ve ülkemden uzak geçirdiğim nice bayramım oldu şimdiye kadar. Ama bu durum alışılacak bir durum değilmiş demek, yine de bayramı uzakta geçirmek ailece bizi üzdü. İlk gün bir iki büyüğümüzü ziyaret ettikten sonra, havanın bunaltıcı sıcaklığı ile ne yapacağımızı bilemeden akşamı evde oturarak ve Türkiye'deki akrabaları, arkadaşları arayarak, mesajlaşarak geçirdik. Ertesi gün için ise kendimize şehir dışı bir rota belirledik. Bayram tatilini Bosna'nın en kuzeybatısında yer alan Bihać isimli şehirde geçirmeye karar verdik.

Bihać'a ulaşana kadar zaten daha önce de ziyaret ettiğimiz eski bir Osmanlı şehri olan Travnik'ten, sonra Hırvatların sayıca çok olduğu şehirlerden Jajce'den geçtik. Jajce şelaleleri ile meşhur güzel bir şehir. Zaten Bosna'nın hemen her yerinden akan nehirler muhteşem bir manzara sunuyor insana. İşin açıkçası şehirler aşağı yukarı birbirine benziyor, sınırsız yeşillik, ağaçlar, berrak akan sular ve tertemiz bir hava...Yeşilin ve suyun durmaksızın iç içe geçtiği yollar boyunca, ortalığı yakan sıcaklarda biraz olsun serinlemek için suya giren insanları görüyorsunuz.

Doğrusu Bihać için katettiğimiz 6 saatlik yolun sonunda ilk etapta, Bosna'nın geri kalan yerlerinden daha farklı bir manzara göremedik. Yine yeşil yollar, nehir kenarı ve düzenli bir şehir merkezi... Ancak kaldığımız oteli ve otelin anlaşmalı olduğu restoran müstesna bir güzelliğe sahipti. Bihać turistik açıdan kalabalık bir yerleşim yeri değil. Çünkü Saraybosna'ya bir hayli uzak mesafede. Hırvatistan sınırına yakın olduğu için Slovenya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin plakalarını bolca görmek mümkün ama bu araçlar turistlere değil, bu ülkelerde yaşayan Boşnaklara ait.

Otelin ve restoranın manzarası.
Akşam namazı sonrası
camiden çıkarken bir bayana Bihaç'ta nerelere gidebileceğimizi sordum. (O an nedense İngilizce sorasım tuttu) Bayan yabancı dil bilmediği için eşinin Almanca bildiğini söyleyerek topu ona atınca, eşlerimiz iletişim kurmak durumunda kaldı. Aile yabancı olmamız hasebiyle bize son derece samimi bir alaka göstererek merkezi gezdirdi ve sonra bir şeyler içmeye davet etti.(Bu arada Boşnakların  yüksek sesle müzik dinlenen ve alabildiğine kalabalık cafelerde oturma alışkanlıklarını da araya sıkıştırmalıyım. Ki ben bu durumdan hiçbir şey anlamıyorum ama kültürlerinin bir parçası olduğunu biliyorum.) Çiftin İbrahim'le yaşıt bir de oğulları olduğundan herkes dengini buldu. Eşler Almanca sohbet etti, çocuklar dile ihtiyaç duymaksızın oynadı. İsmi Suada olan Boşnak arkadaşın anlaşılır bir şekilde konuşması sayesinde ben de Boşnakça muhabbet konusunda epey mesafe kat ettim.

Muhabbetimiz ertesi gün de devam etti. Aile bizi bayramlaşmak için birkaç ailenin daha buluşacağı bir yere ısrarla davet edince kıramadık. Yine kendileri gibi temiz yüzlü ve misafirperver insanlardan oluşan bir grup Boşnak aile ile birlikte Cazin sınırları içinde tertemiz bir nehrin ve hafif bir esintinin cennet havası sunduğu harika bir mekana ulaştık. Küçük kayıklara binerek suyun karşısına geçtikten sonra bize biraz Türkiye'yi hatırlatan bir karşılama ile gerçekten harika vakit geçirdik. Bize durmadan ikramda bulunan ve güler yüz gösteren bu sıcakkanlı insanları tanımak Bihać manzarasından çok daha güzel geldi doğrusu. İbrahim de çok sayıda çocukla bir arada olmanın, nehrin kenarında suyla oynayıp, balık yakalamanın keyfine vardı.

9 Temmuz 2015 Perşembe

BOŞNAK MUTFAĞI


Münira ablanın talimatlarıyla yaptığım burek:)
Boşnak mutfağı deyince ilk akla gelen börek ve ćevabidir. Hemen hemen her yerde bu iki lezzete de çok uygun fiyatlara ulaşabiliyoruz.

Genel ismi "pita" olan böreği, patatesli, parça etli, kıymalı, peynirli, ıspanaklı ve mevsimine göre kabaklı, lahanalı yapıyorlar. Ancak "burek" ismi sadece et ve kıymayla yapılan pita için kullanılıyor, diğerlerinin ismi içine konulan malzemeye göre değişiyor. Örneğin peynirli böreğin ismi"sirnica". "Sir" yani peynir kelimesinden üretilmiş. Fırında pişenlerin yanı sıra saçta yapılan böreği daha lezzetli buluyorum. Hele Boşnak teyzelerin kendi elleriyle açıp taze taze sundukları böreği bulduysam değmeyin keyfime! (Boşnak Münira ablamın sayesinde artık kendim de yapabiliyorum ama yine de yapılmışı yemek bir başka.)



Ćevabi ise bizim İnegöl köftemize oldukça yakın. Mutlaka pide ve küçük küçük doğranmış soğan ile birlikte servis ediliyor. Arzu ederseniz yanında kaymak da getiriyorlar. Bu kaymak bizdeki gibi tatlı değil tuzlu bir kaymak. Eti kaymakla yemenin lezzetli olabileceğini şimdiye kadar hiç düşünmemiştim ama gerçekten enfes oluyormuş.

Bu iki meşhur lezzet dışında dışarıda yemek isteyenleri hakikaten enfes ızgara etler ve ciğerler bekliyor. Kuru bamya, tavuk ve çeşitli sebzelerle yapılan Begova çorbası da öne çıkan lezzetlerden. Ramazan ayında ise iftar menülerinin açılışında bizdeki ekşimek tadında bir peynirli yumurta geliyor, ismi topa.



Ayak üstü bir şeyler atıştırmak için, adım başı pekaralar yani fırınlar var. Hem farklı ekmek türlerinin hem de doyurucu hamur işlerinin satıldığı pekaralar İbrahim için on numara mekanlar. Üstelik yağı da pek hafif.

Gelelim evde pişen Boşnak yemeklerine. Bunu öğrenmek için becerikli hanımlara davetli olmak gerekiyor. (Şanslıyım!) Bana kalırsa Boşnak yemekleri Türk yemeklerine oldukça yakın. Ancak temel fark nedir diye sorarsanız salça ve baharat derim. Boşnaklar baharat ve saçla kullanmayı pek sevmiyor. Salça yerine domates sosunun tercih edildiğini görüyorum. Salata kültürleri bize göre daha sade. Bir domates bir marul ile salata yapıyorlar. Sadece yeşil lahanın alabildiğine ince doğranıp sirke ve tuzla ovularak yapıldığı "kupuz" salatası var. Bizim envai çeşit salata türümüzü (kısır, makarna salatası, yoğurtlu salatalar...)burada görmek mümkün değil.

Münira ablamızın iftar sofrasından.
Türkiye'de bulgur, kırmızı mercimek ve nohutun yeri bir başkadır. Bosna'da ise bu üç gıdayı ancak Türk marketlerinde bulabilirsiniz. Dolayısıyla Boşnak mutfağında hiçbiri bulunmuyor. Resimde de gördüğünüz gibi biber ve yaprak dolması Boşnak mutfağında mevcut. Üstelik çok da lezzetli. Bizden farklı olarak, dolma ve sarmayı salçasız, baharatsız ve etli yapıyor ve mutlaka suyuyla birlikte ve sıcak tüketiyorlar. Sarma, yine bizdeki gibi üzüm yaprağı, pazı ve beyaz lahanadan yapılabiliyor.

Sebzelerin tüketiminde de tavuk veya et mutlaka kullanılıyor. Bizdeki gibi salçalı ve soğanlı değil. Örneğin bir lahana yemeği, sadece lahana ve tavuktan oluşuyor ama afiyetle yedim doğrusu. Artık o benim zevksizliğimden mi, yemeğin lezzetinden mi bilemiyorum:)
Yufkalı jabuka yani elma tatlısı.

Tatlılara gelince... Sütün ve süt ürünlerinin böylesine bol olduğu bir memlekette sütlü tatlı kültürünün gelişmiş olmayışı ilginç doğrusu. Daha çok yufkalı ve şerbetli tatlılar tercih ediyor Boşnaklar. Üstelik şerbet ki ne şerbet! Şekerin yoğunluğundan ikinci bir tatlıyı tüketmeniz mümkün değil.
Tanıdık bir tatlı da çikolatalı krep. Benim nutellalı krepin adı burada palačinke ve birebir aynısı. Bizim kek türleri burada kolaći ismiyle anılıyor ve marmelatlar ile daha şekerli hale getiriliyorlar.

Hafif bir çikolatalı tatlı, sütlü tatlı canım çekti derseniz, elbette çok güzel cafeler var. Özellikle Palma ve Metropolis enfes pastalar yapıyor. Ama eve davet edildiğinizde şerbetli tatlıyla karşılaşma olasılığınız daha yüksek. Tabi her tür tatlının yanında çay yerine kahve içiyorsunuz. Başçarşı'da Türk çayı içme şansınız var ancak evlerde çay ikramı beklemeyin. Ülkede Türk bakkalları dışında siyah çay ne yazık ki satılmıyor.

Hurmasice
Kljuska (Tavuk ile yapılan bir tür börek mi desem bilemedim.)

26 Haziran 2015 Cuma

BOSNA'DA YAŞAM (AVANTAJLAR / DEZAVANTAJLAR)


İnsanın yabancı ülkede yaşamasının hem avantajları hem de zorlukları var.Öncelikle farklı bir kültürü, farklı bir milleti tanımak cidden heyecan verici ve eğitici bir deneyim, herkese nasip olmaz. Aileden, akrabalardan ve sevdiklerinden uzak kalmak ise en büyük sorun, hele de beş yaşındaki İbrahim için. Sadece İbrahim için değil, çocuklarımızı birbirimize emanet edebildiğimiz, birlikte parka götürdüğümüz, teklifsizce kapılarımızı çalıp nice hoş sohbet eşliğinde çaylar, kahveler içtiğimiz dostlarımızdan uzak olmak biz yetişkinler için de zor. Bayramı aile büyüklerimizin elini öpemeden geçirmek içimizi burkuyor. Ancak şükürler olsun Bosna bir Türkiyeli için diğer ülkelere kıyasla daha az yurt dışı.Hem ülkedeki Osmanlı etkisi, hem de Boşnak halkının Türklere olan ilgisi ve sevgisi yurt dışı hissini azaltıyor. Ayrıca ülkedeki Türkiyeli nüfus da azımsanmayacak oranda. Son yıllarda ticaretle uğraşanların, öğrencilerin, yatırımcıların ve devlet görevlilerinin sıklıkla gelip gittiği kardeş bir ülke burası. 

Peki, Bosna'da yaşamanın avantajları neler? Bosna'nın nelerini seviyorum?

·         Bosna halkının Türkiye’ye  ve Türklere yönelik sempatisi çok büyük bir avantaj. Bir ülkede istenmeyen, hor görülen, sürekli önüne engeller çıkartılan bir milletin üyesi olmak ne kadar acıysa, ilgiyle karşılanan, saygı ve sevgi gören kardeş bir milletin mensubu olmak da o kadar onur verici. (Republika Srpska tarafına geçmediğiniz sürece tabi.)

.     Kaç ülkede birkaç medeniyetin etkisini aynı anda görebilirsiniz ki? Bosna, Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya Macaristan medeniyetlerinin ve Yugoslavya yani Komünist dönem kültürünün ve mimarisinin harmanlandığı eşsiz bir ülke.  Her ne kadar kan ve gözyaşı dolu bir geçmişleri olsa da üç ana etnik grubun (Boşnak, Sırp ve Hırvat) birlikte yaşamak için çaba gösterdiği bir yer, "Avrupa'nın Kudüs'ü". 

·         Yeme içme kültürümüzde çok ciddi farklılıklar yok, gerek dışarıdaki menüler (cevapi, burek,diğer et yemekleri), gerek marketteki ürünler damak zevkimize oldukça yakın.  Aradığım birçok ürünü zengin çeşit seçeneği ile bulabiliyorum. (Bulgur, mercimek, nohut gibi ürünler Türkiye’ye kıyasla iki katı pahalı ve sadece belli yerlerde satılıyor ama en azından varlar.)

·         Her yer göz alabildiğine yeşil. Üstelik yeşile ulaşmak için ille de bir parka veya nehrin kenarına gitmemize gerek yok, evden dışarı adım atmak yetiyor. Ülkede boş ve yeşil alan bol. Üstelik bakımsız bir yeşil de değil, bilakis düzenli, temiz ve ahenk içinde bir şehir düzeni sağlanmış.Halkın estetik anlayışı her yere ve her şeye yansıyor. Eski bina var ama bakımsız bina, bakımsız bir mekan yok. Halk imkanlar dahilinde düzgün ve insana yakışır bir hayat yaşamak için yoğun çaba sarf ediyor.

·         İnsanlar birbirine karşı saygılı, kasada sıra beklerken, toplu taşıma araçlarına binip inerken, alışverişte, trafikte en ufak bir saygısızlık ve kabalıkla karşılaşmıyorum. (Yalnız tam aksi davranışlarla karşılaşan arkadaşlar da var, bilemedim, her ülkenin iyisi de var kötüsü de diyelim.)

·         Trafik yok. Araçlar kurallara uyuyor. Yaya geçidinden geçen bir yaya için araçlar muhakkak duruyor, ne kadar yavaş geçseniz de bekliyor. Ülkede korna sesi duymuyorum.

·         İstanbul’a kıyasla sokaklar, parklar kısacası çevre daha temiz. Belki nüfus azlığından, belki de çevre bilincinden…

·         Et inanılmaz lezzetli ve bize göre ucuz. Bir kilo kıyma Türkiye’de 30 tl iken burada yarı fiyatına 15 tl. (Hatta ilk geldiğimde Euro düşük olduğundan13 tl idi.) Dışarıda yiyip içmek de yine bize göre ucuz, ülkedeki maaşlara göre pahalı.

·         Süt ürünleri de bir harika. Bu kadar lezzetli kaymak yemiş miydim acaba? İbrahim hiç olmadığı kadar süt ve ayran tüketiyor. Hala denemediğimiz çok sayıda süt ürünü var.

·         Muhteşem balların ülkesidir Bosna! Yemyeşil, eşsiz doğası sayesinde elbette güvenilir kanallara başvurarak doğal ballara çok uygun fiyata ulaşıyoruz. Ihlamur ve akasya balı gibi ilginç bal çeşitlerine de burada rastlıyoruz.

·         Çocuklar için sık aralıklarla parklar yapılmış.(Ne yazık ki belli muhitlerde imiş.) Nüfus az olduğu için salıncak veya kaykay sırası beklemeksizin oğlumu oynatabiliyorum. Üstelik parklar meyve ağaçlarıyla dolu, dolayısıyla ağaçtan meyve yemenin keyfine varabiliyorum. 

.    İçme suyuna para vermiyoruz. Gayet sık aralıklarla görülebilen çeşmelerden gönül rahatlığıyla su içebiliyoruz. Evde de musluktan akan suyu içme suyu olarak kullanıyoruz. Ancak, su borularının eski olması nedeniyle suya güvenmeyip, içme suyunu farklı yollardan temin edenler var.

·         Hafta sonları "kalabalık, park yeri bulamama, trafiğe takılıp kalma" gibi sorunların olmadığı bu ülkede, gün içinde üç dört ayrı yeri ziyaret etme imkanı bulunmaz bir nimet.

·         İnsanların dil öğrenme isteklerini ve yeteneklerini takdir ediyorum. İngilizce bilenler, bilmeyenlerden kesinlikle daha fazla. Savaş esnasında yurt dışında yaşamak zorunda kalan insanlar geri döndüklerinde gittikleri ülkenin dillerini de taşımışlar. Almanca da ülkede yaygın bilinen dillerden. Türkçe sevdalılarına rastlamak ise hiç sıra dışı bir durum değil.

·         Tv programları orijinal dil ile veriliyor. İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Türkçe, Hintçe ve Arapça yapımlar yaygın. Hepsi de alt yazı ile verildiğinden halkın dil öğrenmesine katkı sağlıyor.

.    Ülkede iş yapan iş adamları Bosna halkının yavaş ama dürüst bir şekilde işlerini tamamladığını söylüyor. Çalışmayı çok sevmeyen bir yapıları olsa da, yaptıkları işi muhakkak hakkını vererek yaptıklarını duyuyorum. 

Gelelim ülkenin dezavantajlarına. Bosna'da nelere alışamadım, neleri sevmedim ve nelerden rahatsız oldum?

·         Sigara! Bosna sigara içme konusunda şampiyonluğu kimselere bırakmayacak kadar iddialı. Kapalı mekanlarda dahi fosur fosur sigara içiliyor. Genç, yaşlı, kadın, erkek sigara neredeyse herkesin elinde.

·         Soğuk! Ülke ne zaman ısınacak diye beklerken Temmuz ayı geliyor ve ben hala terleyemedim. Kuru ve dondurucu bir soğuğu var, kaldı ki henüz kışı yaşamadım! (Düzeltiyorum, artık yaşadım. Ancak hiç de korktuğum gibi olmadı, alıştım mı yoksa??)

·         İnsanlar güler yüzlü olsa da, ilişkilerde fazla mesafeli. Avrupai tavırlar ağır basıyor, komşuluk yok denecek kadar az. Ev ziyaretleri tükenmiş. Bu da benim gibi insan canlısı biri için felaket!(Tabii Saraybosna için konuşuyorum)

·         Görüntüde çok sakin ve çok güvenli bir hava veren Saraybosna ne yazık ki hiç güvenli değil. Ramazan ayında evimizin önünden arabamız çalındı ve bulunamadı. Bu durum ne yazık ki, daha çok yabancıların başına geliyor. Kapı önünde ayakkabı bırakmanın tehlikeli olduğuna dair de uyarılar alıyoruz. Kapıları sıkı sıkı kilitliyoruz.

·         Hizmet sektörü yavaş ve sorunlu. Bunu restoranda siparişinizi getirmeye gönülsüz garsonlar, isteksiz satıcılardan tutun eve internet bağlatmak veya bir tamirat işinizi halletmeye kadar çoğu durumda tecrübe ediyorsunuz.

·         Üniversitenin bulunduğu semt (Ilıca) dışında yabancı nüfusa alışkın olmayan halkın yüzüme dik dik bakıp incelemesi zaman zaman rahatsız edici olabiliyor.(Ama sevgiyle ve ilgiyle bakıyorlar, bunu da belirteyim.) Bunu istisnasız her gün yaşıyorum. Hatta “Evet ben yabancıyım!” diye haykırasım, boynuma bir tabela asasım geliyor.

·         Türk insanındaki dil öğretme aşkına kıyasla Bosna halkı kendi dilini öğretme konusunda pek yetenekli değil.(Nitekim internet kaynakları da çok zayıf.) Boşnakçayı iyi bilmediğimi söylediğim halde insanların hızlı hızlı konuşması ve anlamamı beklemesi kimi zaman güldürüyor kimi zaman sinirlendiriyor. E biraz "polahko" lütfen!

·         Çok lezzetli olmalarına karşın meyve sebze pahalı. Bosna parası KM(Bam yani Konvertibl Mark) Euro endeksli olunca, TL karşısında değer kazanıyor ve kimi ürünlerin fiyatı Euro arttıkça gözüme daha bir pahalı görünüyor. (1 Euro 2 KM)

·         Sevimli de olsalar saldırabilme ihtimalleri yüksek olan çok sayıda sokak köpeği var. Onlara hem acıyor, hem de korkuyorum. Kesinlikle bu konuda bir şeyler yapılmalı.

·         İslami değerler yeterince önemsenmiyor. Tüm Müslüman coğrafyada olduğu gibi burada da Müslümanların Kur'an ile ilişkisi zayıf. İslami çalışmalar yeterli değil. 

·       Siyah ve yeşil zeytin bu ülkede akıl almaz lezzetsizlikte. İlginç bir şekilde zeytin kültürü hiç yok. Türk marketlerinde satılan zeytinler de konserve şeklinde olduğundan alışkın olduğumuz lezzeti bulamıyor, bizi ziyarete gelen herkesten birer kilo zeytin istiyoruz. Ha bir de Ezine peyniri artık rüyalarıma giriyor. Ziyaretçilerimize ipucu olmuştur umarım:)

·         Ürünler naylon ambalaj yetmezmiş gibi bir de karton kutulara hapsedilerek raflardaki yerini alıyor.  Bu nedenle muazzam bir kağıt tüketimi var. Her ne kadar konteynırlardan biri “papir” yani kağıt, karton vs için ayrılmış olsa da, durumu kimseler sallamıyor, ancak çingeneler için ekmek kapısı oluyor. 

·         Hastaneler ve sağlık hizmeti çok kötü. Elhamdülillah hiç işimiz düşmedi ancak namı yetti. Kulağımıza gelen yanlış tedavi sonuçları, doktor yetersizliği, hastaya karşı kaba ve saygısız muamele (bilhassa doğum yapan arkadaşların acı tecrübelerinden biliyorum), hastanelerin bakımsızlığı bizi ailece doğal ürünlere, bitki çaylarına yöneltiyor. Üstelik Dünya Sağlık Örgütünün raporlarına göre de Bosna yüksek risk taşıyan bir sağlık hizmetine sahip. (Aynı listede Türkiye 70. Bosna 90. sırada. Ancak hiç olmazsa Türkiye’de özel hastanelerde kendinizi daha güvende hissedebiliyorsunuz, burada özel hastanelerin soygun yeri olduğunu duyuyoruz.)
Aylar sonra gelen edit: Ne yazık ki işimiz düştü ve test ettik. Anlatıldığından çok daha kötü bir sistem olduğunu bizzat tecrübe ettiğimizi üzüntü ile belirtirim:(