Eşimin görevi nedeniyle ailece yurt dışına seyahat etmemiz
çeşitli prosedürlere tabii. Ancak Mayıs ayının sonunda iki günlük bir görev
nedeniyle Sırbistan üzerinden Üsküp’e yol alıyoruz. Boşnak dostumuz (ve aynı zamanda Boşnakça öğretmenim) Naida da bize eşlik ediyor. Uzun yol için bir gece öncesinden midemi
bulandırmaya ve kendimi korkutmaya başlıyorum. Hatta kaza kabusları görüp,
rüyamda birkaç kez ölüyorum. Allah’a şükür sağ salim döndük ki, yazabiliyorum.
Bosna’dan Makedonya’ya uçak seferi yok, mecburen otobüsle veya özel araçla
gideceksiniz. Otobüs yolculuğu 14-16 saati buluyor, biz ise özel araçla
yaklaşık 9 saatte varıyoruz. Ne yazık ki yollarda otoban çok az. Alabildiğine
virajlı yollarla durmadan tepelere tırmanıyor, iniyor, tenha ormanlardan geçiyorsunuz.
Hani başınıza bir şey gelse kimselerin duymayacağı cinsten sakin ve bir o kadar
cennet yollardan. Bazı yerlerde durmak ve o sonsuz yeşilliği doya doya
seyretmek istiyorum ama yolun uzunluğu ve sürenin kısıtlı oluşu buna izin
vermiyor.
Bosna Hersek sınırları içindeki Rebuplika Srpska bölgesinden geçerken
bir miktar ürperdiğimi söyleyebilirim. Bosna içinde birlik olmayı hiçbir
şekilde kabul etmeyen Sırpların yaşadığı bu özerk cumhuriyette Boşnaklar ve
Müslümanlara karşı bir hayli olumsuz bir bakış açısı olduğu söyleniyor. Biz
sadece araç içinde geçiş yaptığımız için gidiş ve dönüş yolunda herhangi bir
kötü hatıra yaşamıyoruz ancak Bosna halkının bu konuda çok sayıda tecrübesi
var. Bilhassa Müslüman olduğunuz dış görüntünüzden de belli ise, sözlü
saldırılara muhakkak maruz kalındığını dile getiriyorlar. Ancak Sırbistan’da
ise bu muamelenin tam tersi ile karşılanıyorsunuz. Yine tanıştığım çoğu
insandan dinlediğim kadarıyla Türk olduğunuzu öğrenen Sırplar bir hayli dost canlısı
davranıyorlarmış. Nitekim biz de yol tarifi sorarken veya pasaport
kontrollerinde gayet güler yüzle karşılanıyoruz. Bu durum elbette politik.
Bosna sınırları içindeki Sırpların çoğunluğu, Bosna’nın bağımsız bir ülke olmak
yerine Sırbistan yönetimine tabii olmasını ve azınlık olarak muamele görmesini
istiyor.
Sırbistan’da yaşayan Sırplar ise daha az politik, Avrupa Birliğine
girebilme ve standartlarını yükseltme peşindeler. Ayrıca Türkiye ile yapılan
ticaret ve Türk turist sayısı ciddi oranda arttığı için Türk insanına karşı da
uzun zamandır sempati besliyorlar. Sırbistan boyunca yolda rastladığımız
kamyonların yarıdan fazlası Türkiye plakalı idi. Bosna’da olduğu gibi
Sırbistan’da da çok sayıda Türk menşeli ürün bulunuyor.
Sırbistan Bosna’ya kıyasla daha bakımlı evlere sahip. Ancak
doğa hiç değişmiyor, sınırsız tonlarıyla yeşil ülkenin her yerini bir halı gibi
sarıp sarmalamış. Evlerin ve bahçelerin güzelliği insanda buralarda yaşayıp
buralarda ölme isteğini uyandırıyor. Ülkenin tarihine ait hiçbir yeri yakından
göremiyoruz, çoğu yerin uzağından geçerken baktığımızla yetiniyoruz bu
yolculuğumuzda. Yani Belgrad’dan geçerken Sava nehrinin üzerine kurulu meşhur
köprünün fotoğrafını gözlerimle hızlıca çekebiliyorum ancak.
Naida ile birlikte Üsküp'teyiz. |
Eski şehir bu noktada çok daha sıcak çok daha bakir ve
ne yazık ki daha bakımsız. Küçük bir çarşısı var Üsküp’ün, az sayıda dükkan,
cafe ve restoran barındıran çarşıyı yarım saat içinde rahat rahat dolaşıp
bitirebilirsiniz. Köftesi, böreği, şopskası (Bir tür peynirle yapılan salata),
simit poğaçası(ekmek arası börek) meşhur. Bol sıfırlı para birimi denar
alışverişlerde kafamızı karıştırıyor. Fiyatlar Bosna ile benzerlik gösteriyor.
Hediyelik eşyalar aşağı yukarı aynı. Deriden yapılmış her boy çarık dışında
ilgimi çeken farklı bir eşya göremiyorum. Magnetler, cüzdanlar, ahşap kutular,
saatler, cam süs eşyaları, el örmesi çantalar vs Bosna’da ve Türkiye’de daha
geniş çeşit seçeneği ile sunuluyor. Üsküp’te kendimi İstanbul’a daha yakın
hissediyorum. Bu şehirde insanlar kesinlikle çok sıcak ve çok misafirperver.
Türkiye’den gelenlerle son derece yakından ilgileniyor ve Türkçe konuşmaya
çalışıyorlar. Türkçe bilmek ve öğrenmek burada bir kimlik oluşturmak demek.
Müslüman olan Arnavutlar –şayet çok milliyetçi değilse-bir şekilde Türkçeyi de
öğrenmeye gayret ediyor. Girdiğimiz her ortamda mutlaka Türkçe konuşan
insanlara rastlıyoruz.
Şehirde Türk iş adamları tarafından açılan Balkan
Üniversitesinin mezuniyet törenine katılıyoruz, nitekim bu kadar yolu da bu
tören için gelmiştik. Törenin düzenlendiği tarihi binada daha önce tanıştığım
çok sayıda insanı görüyorum, kimiyle Üsküp’te, kimiyle İstanbul’da tanışmıştık.
Bu karşılaşmalar evime gelmiş hissi uyandırıyor. İşin ilginci yeni tanıştığınız
insanlar da inanılmaz dost canlısı olunca Boşnakların derin mesafelerinden
sonra kendimi bir hayli iyi hissediyorum.
Kısacık tanışmaların ardından bizi evlerine davet edecek kadar nazik
insanların varlığı beni duygulandırıyor. İbrahim de Türkçe konuşan çocuklarla
kısa süreli de olsa oynayabildiği için mutlu oluyor.
Tören sonrası Naida ve ben
eşimden ayrılıyor, Naida’nın arkadaşlarını ziyarete gidiyoruz. Bize küçücük
evlerini geniş yürekleriyle açan Zenur ve ailesini bir akraba kadar yakın
hissediyoruz. Annesinin hazırladığı sofraya oturuyor, Tetova fasulyesinden
yapılan lezzetli kuru fasulyeyi, kızarmış etli biberleri, şopska salatasını ve
yaprak sarmalarını afiyetle yiyoruz. Ardından reçel ve lokumla ikram edilen
Türk kahvelerimizi içiyoruz. Buradaki kahve bizim usulümüze daha yakın,
Boşnaklar sıcak su ile kişi başı üç dört fincanlık kahveler hazırlarken
Üsküplüler tek kişilik kahveleri soğuk suyla hazırlayıp ağır ağır kaynatıyor. Arka
arkaya ikramlarda bulunan teyzemiz harika bir Üsküp Türkçesi ile konuşuyor.
İlginç ama Naida da bu Türkçeyi anlıyor. Zenur da anne ve babası sayesinde
Türkçe anlayabiliyor ama konuşurken İngilizceye başvuruyor. Makedonca ile
Boşnakça birbirine benzerlik gösterse de her iki millet İngilizce anlaşmayı
tercih ediyor. Bana kalırsa biraz kolaya kaçıyorlar. Şöyle diyebilirim ki, bir
Boşnak Makedonya’da birkaç ay kalarak bu dili gayet iyi öğrenebilir.
Ziyaret ettiğimiz Arnavut ailenin bahçesi ve bizi bekleyen muhteşem sofra. |
İşsizlik ülkenin başta gelen problemlerinden. Dil bilmeyen insan olmadığı gibi, halk çoğunlukla eğitimli. Yine politik sebeplerden ötürü resmi kurumlarda çalışanlar Makedonlar. Arnavutlar da Türkler de esnaflığı tercih etmek durumunda kalıyorlar. Geniş aileler şeklinde yaşayarak ekonomik sorunlarını hafifletmeye çalışıyorlar. Gelin kaynana, bazen de iki üç elti aynı evde yaşamak durumunda kalıyor ancak bu durumdan şikayetçi değiller. Bu bir kültür ve bu kültürün olumlu yönlerinden daha fazla yararlanıyorlar. Geleneklerine bağlı insanlar Üsküplüler.
Üç yıl önce tesadüfen katıldığım bir
düğünde bu gelenekçiliği tüm güzelliğiyle görmüştüm. Düğün ve kına gecesi burada
kadınlar için en önemli hadiselerden biri. Özellikle gelinin yakını bir hanım
için koca bir valizi ayakkabı, kıyafet ve benzeri aksesuarla doldurmak demek. Düğün
ve kına gecesi esnasında gelin de, yakınları da defalarca kıyafet değiştiriyor.
Kına gecesine katıldığım ilk dakikalarda içeri giren gelinden beş dakika sonra
bir başka gelin daha geldiğinde çifte düğün olduğunu düşünmüştüm. Üçüncü gelini
de görünce hayretli bakışlarımı anlayan düğün sahipleri bana geleneklerini
açıklamasaydı kadar ne düşünecektim bilmiyorum.
Yeni evlenmiş gelinler (on yıllık evli gelin de yeni gelin sayılıyor)
gittikleri düğünlerde gelinliklerini giyiyorlar, hatta bazen yanlarında
çocukları bile oluyor. Böylece gelinlik ömürde sadece bir kez giyinen bir
elbise olarak kalmıyor, bazen daraltılıyor, genişletiliyor çeşitli tadilatlar
geçiriyor ve yeniden giyiliyor. Bolca ikramın yapıldığı, Türkçe oyun
havalarının çalındığı ve halayların çekildiği düğün ve kına gecelerini kadın
erkek ayrı düzenlemeleri de hoşuma gidiyor.
Sürenin kısıtlı olmasından ötürü daha önceki ziyaretimde
gördüğüm Struga, Ohri ve Tetova’yı bu defa ziyaret edemiyoruz. Üsküp merkezi
ile sınırlı kalan ziyaretimiz ertesi gün öğle saatlerinde son buluyor.
Bismillah diyerek bizi bekleyen on saatlik yola çıkıyoruz. Daha geniş bir
zamanda ülkenin dört bir yanını doya doya gezmek duasıyla ayrılıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder