Bayrampaşa’da tam dört yılım geçti. Nüfusunun yarıya yakını
Balkan göçmeni olan ilçenin Kartaltepe bölgesinde ise Boşnak göçmenlerin sayısı
bir hayli fazla. Zaten renkli gözleri, açık tenleri ve uzun boyları ile hemen
fark ediliyorlar. Sokaklarda yürürken Boşnakça konuşan amcalara, teyzelere
rastlama ihtimali çok yüksek. Adım başı açılan Boşnak börekçilerinden yükselen
nefis kokular ve küçücük de olsa evinin önüne bir bahçe ekmeye çalışan Boşnak
ev sahipleri semtin özelliklerinden. Hatta evime çok yakın bir de Mostar
köprüsü vardı. Yani bir nevi Bosna’nın maketinde yaşar gibiydim. Boşnakların
belli başlı geleneklerine ve insan ilişkilerine de yabancı değildim.
Birbirlerini tutan, dışarı kız alıp vermeyen, dillerini korumaya
çalışan ve geleneklerine sımsıkı yapışmış bir millet olduklarını kendileri de
ifade ederdi. Evlerinin eşyasına, süsüne, temizliğine düşkün becerikli ve güzel
kadınları, çalışkan ve genelde sigarasız yapamayan erkekleri olan Boşnakların
tamamını genelleyemem ama tanıdıklarım farklı milletlerden komşu ve dost edinmeye
biraz mesafeli idi. Hatta “Boşnaklar
kolay kolay kimseyi içlerine almazlar” sözünü sıklıkla duyardım.
Oturduğum sitede
tam sekiz yıldır Türkiye’de yaşadığı halde tek tük Türkçe konuşan Saraybosnalı
Boşnak gelin Adriana, dil öğrenememesinin sebebini sürekli Boşnaklarla
görüşmesine bağlıyor. Aynı örnek yine uzun yıllardır sitemizde oturan Selma
için de geçerli. O da kimseyle görüşmediğinden Türkçe’yi anlamıyor.
Tüm bu bilgiler ışığında Boşnak milletinden “Aman da Sare
ülkemize gelmiş, nasıl karşılasak, ne yapsak da iletişim kursak?” deyip kapımı
çalmayacaklarını, tanışsalar dahi gelip gitmeyeceklerini ve beni tanımak için
çaba sarf etmeyeceklerini kabullenmiş bulundum. Artık Türkiye’de de komşuluğun
ciddi oranda azaldığı, insanların birbirlerini evlerinde ziyaret etmek yerine
cafelerde ayak üstü buluştukları, iletişim çağının sunduğu onca imkana rağmen
iletişim kurmadıkları şu çağda daha Avrupai bir halk olan Boşnakların beni
bağırlarına basmalarını bekleyemezdim, haksızlık olurdu. Tıpkı Türkiye’deki
Boşnaklar gibi, beni aralarına almalarını beklemekten başka çarem yok.
Yolda karşılaştığınız insanlara siz gülümsediğinizde cömert
bir gülümseme ile karşılık buluyorsunuz, asansörde rast geldiğim komşular da
mutlaka selam verip gülümsüyor. Yalnız benim gibi insan canlısı, muhabbet
delisi biri için bunlar fakire sadaka verilmesi gibi bir şey. İçimden hadi
biraz sorular sorun, bir kahve içmeye davet edeyim sizi diyorum, sonra
sakinleşip beklemem gerektiğini hatırlıyorum. Dükkanlarda, mağazalarda mutlaka İbrahim
ile ilgileniyor sevmeye çalışıyor ve gülümsüyorlar. Uzaktan iletişimde güler
yüzlü olduklarını görüyorum. En çok parklara gittiğimizde torunlarını oynatan
anneannelerle selamlaşıyoruz. Tek tük Boşnakçam ile ısrarla iletişim kurmaya
çalışıyorum. Cep telefonu büyük nimet, hatırlamadığım kelimelere bakıyor, bir
şeyler anlatmaya çabalıyorum.
Çocukların "Bu tuhaf Boşnakça konuşan abla (yuh
artık, epey epey teyzeyim aslında)kim, bu küçük çocuk da nereli?" diyen
bakışlarına bayılıyorum. İsimlerini bir de yaşlarını sorup, İbrahimi
tanıştırıyor, Boşnakça bilmediğini söylüyorum.
Çocuklar için dünya daha basit, top oynarken, salıncakta sallanırken,
yakalamaca oynarken eğlenip farklı diller konuştuklarını unutuyor çocuk dilinde
buluşuyorlar. Torunları oynatan ninelere sormak isteyip de soramadığım ne çok
soru var ama anlatsalar da hemen anlayamayacağım ki… Allah sağlıklı ömür
verirse önümde koca bir yaz olduğunu ve her defasında daha fazla şey
anlayacağımı umut ederek kendime gaz veriyorum. Bu gaza ihtiyacım var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder